1 Ağustos 2012 Çarşamba

Önsöz

Bu kitapta size, çok yakından tanıdığınız, her zaman her yerde rastladığınız fakat fazla dikkatinizi çekmeyen, çok becerikli, çok sosyal, çok akıllı bir varlığı, “karınca”yı anlatacağız. Birçok insanın günlük yaşantısının içinde pek bir önem ifade etmeyen bu milimetrik varlıkların, mucizelerle dolu hayatlarını inceleyeceğiz.
Teknoloji, kollektif çalışma, askeri strateji, gelişmiş bir iletişim ağı, örnek ve rasyonel bir hiyerarşi, disiplin, kusursuz bir şehir planlaması… İnsanların her zaman yeteri kadar başarılı olamadığı bu alanlarda, karıncalar daima başarılıdırlar. Zorlu rakiplerini bastırmak ve güç doğa koşullarına dayanabilmek için gerekli herşeye sahip olan bu canlılara baktığınızda, hepsinin birbirinin aynısı olduğunu düşünebilirsiniz. Gerçekte ise, binlerce çeşiti olan karıncaların, her çeşiti ayrı özelliklere sahiptir. Dünyanın en kalabalık nüfusuna sahip olan bu canlıların, yukarıda saydığımız özellikleri çerçevesinde, bizlere yepyeni ufuklar kazandırabileceğine inanıyoruz. Bu kitap, karıncaların özel ve hayranlık uyandıran dünyasını keşfetmemizi sağlayacak. Yapılan bazı hesaplamalara göre en eskisi yaklaşık 100 milyon yıl yaşında olan fosilleriyle bugünküler arasında hiçbir farklılık bulunmayan ve yaklaşık 8000 türü bulunan karınca topluluklarının, o küçücük bedenleriyle neler başarabildiklerini göreceğiz.
Karıncaların özel dünyasını keşfederken, bu mükemmel sistem hayranlık uyandıracak, düşünme ve araştırma ihtiyacımızı arttıracaktır. Aynı zamanda evrim teorisinin yanlışlarını görüp, Allah’ın kusursuz yaratışına birlikte şahit olacağız. Bu ise son derece önemli bir iştir. Çünkü Kuran’da da doğa üzerinde düşünen ve böylece Yüce Allah’ın büyüklüğünü tanıyan insan modeli övülmüş ve bu model inançlı kişilere örnek olarak verilmiştir. Ayetlerde bu durum şöyle haber verilmektedir:
Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında gece ile gündüzün ardarda gelişinde temiz akıl sahipleri için gerçekten ayetler vardır. Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah’ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki) “Rabbimiz, Sen bunları boşuna yaratmadın. Sen pek Yücesin, bizi ateşin azabından koru. (Al-i İmran Suresi, 190-191)
Bu kitabın da, okuyanları daha derin düşünmeye sevk etmesini ve herşeyi yaratan Allah’ın üstün gücüne ve örneksiz yaratma sanatına hayranlık duymalarına yardımcı olmasını umuyoruz.
45 milyon yaşındaki işçi karınca
 
Resimde görülen işçi karınca Hymenoptera (zar kanatlılar) takımına Formicidae familyasına dahildir. Açıkça görüldüğü üzere, günümüz işçi karıncalarından farksızdır. Olaylara objektif bakan ve mantıklı düşünen bir insan için aslında gerçek apaçıktır: Bilimin ulaştığı son noktada evrim teorisinin yeri yoktur. Darwinistler, kendi zihinlerinde oluşturdukları bir hayalin peşinden gitmekte, her türlü bilimsel delile rağmen bu saplantılarından bir türlü vazgeçememektedirler.
 
45 milyon yaşındaki işçi karınca
Dönem: Senozoik zaman, Eosen dönemi
Yaş: 45 milyon yıl
Bölge: Rusya

Bu kitapta size, çok yakından tanıdığınız, her zaman her yerde rastladığınız fakat fazla dikkatinizi çekmeyen, çok becerikli, çok sosyal, çok akıllı bir varlığı, “karınca”yı anlatacağız. Birçok insanın günlük yaşantısının içinde pek bir önem ifade etmeyen bu milimetrik varlıkların, mucizelerle dolu hayatlarını inceleyeceğiz.
Teknoloji, kollektif çalışma, askeri strateji, gelişmiş bir iletişim ağı, örnek ve rasyonel bir hiyerarşi, disiplin, kusursuz bir şehir planlaması… İnsanların her zaman yeteri kadar başarılı olamadığı bu alanlarda, karıncalar daima başarılıdırlar. Zorlu rakiplerini bastırmak ve güç doğa koşullarına dayanabilmek için gerekli herşeye sahip olan bu canlılara baktığınızda, hepsinin birbirinin aynısı olduğunu düşünebilirsiniz. Gerçekte ise, binlerce çeşiti olan karıncaların, her çeşiti ayrı özelliklere sahiptir. Dünyanın en kalabalık nüfusuna sahip olan bu canlıların, yukarıda saydığımız özellikleri çerçevesinde, bizlere yepyeni ufuklar kazandırabileceğine inanıyoruz. Bu kitap, karıncaların özel ve hayranlık uyandıran dünyasını keşfetmemizi sağlayacak. Yapılan bazı hesaplamalara göre en eskisi yaklaşık 100 milyon yıl yaşında olan fosilleriyle bugünküler arasında hiçbir farklılık bulunmayan ve yaklaşık 8000 türü bulunan karınca topluluklarının, o küçücük bedenleriyle neler başarabildiklerini göreceğiz.
Karıncaların özel dünyasını keşfederken, bu mükemmel sistem hayranlık uyandıracak, düşünme ve araştırma ihtiyacımızı arttıracaktır. Aynı zamanda evrim teorisinin yanlışlarını görüp, Allah’ın kusursuz yaratışına birlikte şahit olacağız. Bu ise son derece önemli bir iştir. Çünkü Kuran’da da doğa üzerinde düşünen ve böylece Yüce Allah’ın büyüklüğünü tanıyan insan modeli övülmüş ve bu model inançlı kişilere örnek olarak verilmiştir. Ayetlerde bu durum şöyle haber verilmektedir:
Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında gece ile gündüzün ardarda gelişinde temiz akıl sahipleri için gerçekten ayetler vardır. Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah’ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki) “Rabbimiz, Sen bunları boşuna yaratmadın. Sen pek Yücesin, bizi ateşin azabından koru. (Al-i İmran Suresi, 190-191)
Bu kitabın da, okuyanları daha derin düşünmeye sevk etmesini ve herşeyi yaratan Allah’ın üstün gücüne ve örneksiz yaratma sanatına hayranlık duymalarına yardımcı olmasını umuyoruz.
45 milyon yaşındaki işçi karınca
 
Resimde görülen işçi karınca Hymenoptera (zar kanatlılar) takımına Formicidae familyasına dahildir. Açıkça görüldüğü üzere, günümüz işçi karıncalarından farksızdır. Olaylara objektif bakan ve mantıklı düşünen bir insan için aslında gerçek apaçıktır: Bilimin ulaştığı son noktada evrim teorisinin yeri yoktur. Darwinistler, kendi zihinlerinde oluşturdukları bir hayalin peşinden gitmekte, her türlü bilimsel delile rağmen bu saplantılarından bir türlü vazgeçememektedirler.
 
45 milyon yaşındaki işçi karınca
Dönem: Senozoik zaman, Eosen dönemi
Yaş: 45 milyon yıl
Bölge: Rusya

Giriş


Yeryüzünde en kalabalık nüfusa sahip olan canlılar, karıncalardır. Her yeni doğan 40 insana karşılık, 700 milyon karınca dünyaya gelir. İnsanlar dahil pek çok canlıdan daha fazla nüfusa sahip olan karıncalar hakkında öğrenebileceğimiz çok fazla bilgi vardır.
Böcek türlerinin en “sosyal”lerinden biri olan karıncalar, son derece iyi "örgütlenmiş" bir düzen içinde, “koloniler” denen topluluklar halinde yaşarlar. Örgütlenmeleri öyle gelişmiş bir düzen içindedir ki, bu açıdan insanlarınkine benzer bir uygarlığa sahip oldukları bile söylenebilir.
Karıncalar besinlerini üretip depolarken, yavrularını gözetir, kolonilerini korur ve savaşırlar. Hatta “terzilik” yapıp, “tarım”la uğraşan, “hayvan yetiştiren” koloniler bile vardır. Aralarında çok güçlü bir iletişim ağı bulunan bu hayvanlar, toplumsal örgütlenme ve uzmanlaşma açısından bakıldığında, hiçbir canlı ile kıyaslanamayacak üstünlüktedirler.
Günümüzde toplumsal örgütlenmeleri sağlamak, sosyo-ekonomik sorunlara kalıcı çözümler bulabilmek için kurulan “düşünce grupları”nda (think-tankler), üstün zeka ve eğitim düzeyine sahip araştırmacılar geceli gündüzlü çalışmalar yapmaktadırlar. İdeologlar asırlardır sosyal modeller üretmektedirler. Bunca yoğun çabaya rağmen dünya geneline baktığımızda, henüz ideal bir sosyo-ekonomik toplum düzenine ulaşılabilmiş değildir. İnsan toplulukları içinde daima rekabete ve kişisel çıkarlara dayalı bir düzen anlayışı olduğundan, kurulan düzenlerin kusursuz olması hiçbir zaman mümkün olamamaktadır. Oysa karıncalar kendileri açısından en ideal olan sosyal sistemi milyonlarca sene öncesinden kurmuş ve günümüze kadar hiçbir aksaklığa meydan vermeden sürdüregelmişlerdir.
Peki bu milimetrik canlılar nasıl oluyor da böyle bir düzeni sağlayabiliyorlar? Bu mutlaka cevap aranması gereken bir sorudur.
Bu soruya cevap vermeye çalışan evrimciler, karıncaların 80 milyon yıl önce arkaik bir yabanarısı türü olan “Tiphiidae”den türediklerini, 65-140 milyon yıl önce aniden “kendi iradeleriyle” sosyalleşmeye başladıklarını ve böceklerin evriminin en üst basamağını oluşturduklarını iddia ederler. Ancak bu sosyalleşmenin sebeplerini ve oluşumunu herhangi bir şekilde açıklamazlar. Çünkü evrimin temel mekanizması, hayatlarının devamı için canlıların birbirleriyle kıyasıya mücadele etmelerini gerektirmektedir. Buna göre her tür ve o türün içindeki her birey yalnızca kendisini ve kendi yavrularını düşünür. (Yavrularını düşünmeye neden ve nasıl başladığı sorusu da evrim için ayrı bir çıkmazdır, ama şimdilik bu noktayı atlıyoruz.) Bu tür bir “evrim kanunu”nun nasıl olup merkezinde fedakarlığın yer aldığı bir sosyal sistemi oluşturabileceği sorusu elbette cevapsızdır.
Yanıtlanması gereken sorular bu kadarla sınırlı değildir. Bir milyon tanesinin sinir hücrelerinin toplamı ancak 20 gram olan bu canlılar, “aniden” gruplar halinde sosyalleşme kararı almış olabilirler mi? Veya böyle bir karara vardıktan sonra toplanıp bu gruplaşmanın kurallarını belirleyebilirler mi?  Belirlediklerini kabul etsek bile, hepsi bu yeni sisteme itirazsız itaat eder mi? Bütün bu imkansızları gerçekleştirdikten sonra mı milyonlarca üyeli koloniler kurup ileri bir sosyal düzen sağlayabilmişlerdir?
80 milyon yıllık karınca fosili
 
80 milyon yıllık karınca fosili.

Bu fosil bize, karıncaların 80 milyon yıldır hiçbir değişime uğramadıklarını açıkça göstermektedir.

Peki bu mücadele içinde bir “kast sistemi” nasıl ortaya çıkmıştır? Öncelikle şu sorunun cevaplanması gerekir: Kraliçe ve işçi farkı nasıl ortaya çıkmıştır? Evrimciler bu noktada, işçilerin arasından bir grubun çalışmayı bıraktıklarını ve uzun bir zaman dilimi içinde genetik farklılıklar yaşayarak işçi karıncalardan farklı bir fizyolojiye sahip olduklarını öne süreceklerdir. Ancak bu dönüşüm süreci içinde sözkonusu “kraliçe adayları”nın nasıl beslendiği sorusu karşımıza çıkmaktadır. Çünkü kraliçe karıncalar yiyecek aramazlar, işçilerin getirdikleri besinlerle beslenirler. Eğer bazı işçiler kendilerini “kraliçe” olarak görmeye başlamış olsalar bile, bu hiyerarşi nasıl ve neden diğer işçiler tarafından kabul edilmiştir? Dahası, neden bu kraliçeyi beslemeye razı olmuşlardır? Evrime göre içinde bulundukları “yaşam mücadelesi”, yalnızca kendilerini düşünmelerini öngörmektedir çünkü.
Tüm böcekler hayatlarının büyük kısmını yiyecek aramakla geçirirler. Yiyecek bulur, yer, yeniden acıkır, yeniden ararlar. Bir de tehlikelerden kaçarlar. Evrimin iddiaları düşünüldüğünde, karıncaların da milyonlarca yıl önce böyle “bireysel” yaşadıkları, sonra bir gün sosyalleşmeye karar verdikleri kabul edilmelidir. Ancak aralarında ortak bir iletişim yokken -çünkü iletişim evrime göre sosyalleşmenin bir sonucudur- karıncaların bu sosyal düzeni “kurmaya” nasıl “karar verdikleri” sorusunun evrimciler açısından hiçbir cevabı yoktur. Dahası, bu sosyalleşme için gerekli olan genetik farklılaşmayı nasıl elde ettikleri sorusunun da hiçbir bilimsel izahı yoktur.
Tüm bunlar bizi tek bir noktaya götürmektedir: Karıncaların milyonlarca yıl önce günlerden bir gün “sosyalleşmeye” başladıklarını iddia etmek, aklın ve mantığın tüm temel kurallarını çiğnemek demektir. Konunun tek açıklaması ise şudur: Detaylarını ileriki bölümlerde göreceğimiz sosyal düzen karıncalarla birlikte bir anda yaratılmıştır ve yeryüzündeki ilk karınca kolonisinden bugüne dek bu sistem hiç değişmemiştir. Kuran'da, karıncalarınkine benzer bir sosyal düzene sahip olan arılardan söz edilirken, bu düzenin onlara “ilham” edildiği şöyle haber verilir:
Rabbin bal arısına vahyetti: "Dağlarda, ağaçlarda ve onların kurdukları çardaklarda kendine evler edin. Sonra meyvelerin tümünden ye, böylece Rabbinin sana kolaylaştırdığı yollarda yürü-uçuver." Onların karınlarından türlü renklerde şerbetler çıkar, onda insanlar için bir şifa vardır. Şüphesiz düşünen bir topluluk için gerçekten bunda bir ayet vardır. (Nahl Suresi, 68-69)
Ayette, bal arılarının tüm işlerinin onlara Allah'ın verdiği bir “ilham”la yürüdüğü bildirilmektedir. Buna göre bu hayvanların kurdukları tüm “evler”, yani kovanlar -ve dolayısıyla bu kovanlardaki tüm sosyal düzen- bal yapmak için sürdürdükleri tüm işlemler, Allah’ın onlara ilhamıyla gerçekleşmektedir.
Karıncaları incelediğimizde onlardaki durumun da bundan farksız olduğunu görürüz. Onlara da Allah tarafından belirli bir sosyal düzen ilham edilmiştir ve buna harfiyyen uymaktadırlar. Her karınca türünün kendisine verilmiş olan görevi eksiksiz yerine getirmesinin nedeni budur. Nitekim Allah'ın doğada yarattığı kanun da budur. Doğada evrimin iddia ettiği gibi başıboş ve tesadüfi bir “yaşam mücadelesi” yoktur, hiçbir zaman da olmamıştır. Tüm canlılar kendilerine Allah tarafından verilen görevleri yerine getirirler. Bir ayette şöyle buyrulmaktadır:
“O’nun (Allah’ın) alnından yakalayıp denetlemediği hiç bir canlı yoktur” (Hud Suresi, 56)
“O (Allah) rızık verendir”. (Zariyat Suresi, 58)
İnsanlara düşen Allah'ın canlılarda yarattığı bu özellikler üzerinde düşünmek ve Rabbimiz'in hoşnut olacağı bir yaşam sürmektir.
11. yüzyılın büyük İslam alimi Abdülkadir Geylani iman hakikatlerine büyük önem vermiştir. Eserlerinde insanları Allah'ın yarattığı bu deliller üzerinde düşünmeye çağırmıştır:
Ey Evlad! Kainatın her zerresinde Allah'ın güzel sanatı vardır. Bu güzel sanatların her biri Hakk'a vardıran delillerdir. Bu delillere yapışan herkes Hakk'a varabilir. Derin düşüncelere dal. Düşüncen derinlere kök saldıkça yükselirsin ve yücelirsin. (Abdülkadir Geylani, İlahi Armağan, s. 39)

25 milyon yıllık karınca fosil
 
25 Milyon Yıllık Karınca Fosili
Dönem: Senozoik zaman, Oligosen dönemi
Yaş: 25 milyon yıl
Bölge: Dominik Cumhuriyeti

Milyonlarca yıldır değişmeden varlıklarını devam ettiren karıncalar, evrim teorisinin geçersiz olduğunu gösteren delillerden biridir.
 

Sosyal Hayat


Karıncaların koloniler halinde yaşadıklarından ve aralarında mükemmel bir işbölümünün hakim olduğundan bahsetmiştik. Sistemlerini daha yakından incelediğimizde, oldukça orjinal bir toplum yapısına sahip olduklarını da göreceğiz. Ayrıca çok fedakar oldukları da dikkatimizi çekecektir.
Karıncalar üzerine uzun yıllar araştırma yapmış pek çok bilim adamı,  bu canlıların ileri sosyal davranışları konusuna henüz bir açıklık getirememiştir. Washington Carnegie Enstitüsü Başkanı Dr. Caryl P. Haskins’in bu konudaki itirafı şöyledir:
60 yıllık araştırma ve çalışmadan sonra hala karıncaların detaylı sosyal davranışlarına hayret ediyorum. Koku ve vücut lisanına dayalı karmaşık fakat kendilerinin kolayca anlayabileceği bir sistem oluşturmuşlar. Karıncalar bizim hayvan davranışlarını incelememiz için iyi bir model oluşturuyor.1
Karıncaların bazı kolonileri, nüfus ve yaşama alanı açısından o kadar geniştir ki; bu denli büyük bir alanda kusursuz bir düzen oluşturabilmelerini, evrimcilerin tesadüf iddialarıyla açıklamaları mümkün değildir.
Bu geniş kolonilere bir örnek olarak Afrika’nın İshikari sahilinde yaşayan, Formica Yesensis adındaki karınca türünü verebiliriz. Bu karınca kolonisi 2,7 km2 alanda, birbirine bağlı 45 bin adet yuvada yaşar. Yaklaşık 1.080.000 kraliçe ve 306.000.000 işçiye sahip olan koloniyi, araştırmacılar, “Süper Koloni” olarak isimlendirmektedirler. Koloni içinde tüm üretim araçlarının ve yiyeceklerin düzenli bir biçimde takas edildiği ortaya çıkarılmıştır.2
Çok geniş bir alana yayılarak yaşamalarına rağmen, ebatları da düşünüldüğünde, karıncaların hiçbir karışıklık çıkarmadan düzeni korumalarını açıklamak oldukça zordur. Düşünün ki, bugün düşük nüfuslu ve uygar bir ülkede bile asayişi sağlamak, toplum düzenini devam ettirebilmek için çeşitli kuvvet birimlerine başvurulmaktadır. Bu birimlerin başlarında da mutlaka kendilerini yönlendiren, yöneten bir idari kadro bulunmaktadır. Bütün bu yoğun çabalara rağmen gerekli düzenin eksiksiz olarak sağlanamadığı da gözlemlenebilmektedir. Karınca topluluklarında ise ne polis, ne jandarma, ne de bekçiye gerek duyulmamaktadır. İlk bakışta kolonilerin hakimleri olarak düşünülen kraliçelerin de tek görevlerinin soyu devam ettirmek olduğunu düşünürsek; bir liderleri, yöneticileri de bulunmamaktadır. Dolayısıyla aralarında emir-komuta zincirine dayalı bir hiyerarşi yoktur. Peki o halde bu düzeni bir sistem üzerine oturtan ve devamlılığını sağlayan kimdir? Kitabın ilerleyen bölümlerinde bu ve benzeri soruların cevaplarını birlikte bulacağız.

KAST SİSTEMİ

İstisnasız her karınca topluluğu kast sistemine kesin olarak bağlılık gösterir. Bu kast sistemi, bir koloni içinde üç ana bölümden meydana gelir.
karıncalar_kast sistemi
 
Karınca kolonilerinin en önemli özelliği, tam bir “toplum yaşantısı” na sahip olmaları ve her işlerini yardımlaşarak yapmalarıdır. Yandaki resimde de bir meyveyi topluca yuvalarına taşımaya çalışan bir grup karınca görülmektedir.
Birinci kastın üyeleri üremeyi sağlayan kraliçeler ve erkeklerdir. Bir kolonide birden çok kraliçe olabilir. Kraliçe, üreme ve böylece koloniyi oluşturan bireylerin sayısını arttırma görevini üstlenmiştir. Diğer karıncalardan vücutça daha iridir. Erkeklerin görevi ise, yalnızca kraliçeyi döllemektir. Nitekim bunların tamamına yakın bölümü çiftleşme uçuşundan sonra ölür.
İkinci kastın üyeleri askerlerdir. Bunlar, koloninin korunması, yeni yaşam alanları bulunması ve avlanma gibi görevleri üstlenirler.
Üçüncü kast ise, işçi karıncalardan oluşur. İşçilerin hepsi kısır birer dişidir. Ana karıncaya ve yavrularına bakar, onları temizler ve beslerler. Bunun dışında koloninin tüm diğer işleri de işçilerin sorumluluğundadır. İşçiler yuvaları için yeni koridorlar, galeriler inşa eder, yiyecek arar ve yuvayı sürekli temizlerler.
İşçi ve asker karıncalar da kendi aralarında küçük bölümlere ayrılırlar. Bunlar köleler, hırsızlar, yetiştiriciler, inşaatçılar, toplayıcılar gibi isimlerde adlandırılırlar. Her grubun farklı bir görevi vardır. Bir grup tamamen düşmanlarla savaşmaya ya da avlanmaya yönelirken, diğer bir grup yuva inşa eder, bir diğeri de bakım işleriyle uğraşır.
Bütün bunların sonucunda ortaya çıkan şudur: Karınca topluluklarında her birey kendi üzerine düşeni eksiksiz olarak yapmaktadır. Hiçbiri bulunduğu mevkiyi, yaptığı işin niteliğini problem edinmeden sadece kendisine verilen görevi yerine getirmektedir. Önemli olan koloninin devamlılığıdır. Bu sistemin nasıl oluştuğunu düşündüğümüzde ise kaçınılmaz olarak yaratılış gerçeğine varırız.
Aşağıdaki resimlerde de görüldüğü gibi son derece küçük boyutlarda olan karıncalar, bu küçüklüklerine rağmen kusursuz bir sosyal düzen içinde yaşama larını sürdürmektedirler.
karınca kıskaçları
küçük karıncalar
Nedenini açıklayalım: Ortada kusursuz bir düzen olduğunda, mantıksal olarak, bu düzenin mutlaka planlayıcı bir akıl tarafından kurulmuş olması gerektiği sonucuna varırız. Örneğin her orduda disiplinli bir düzen vardır; bu düzeni orduyu yöneten subaylar kurarlar. Ordudaki her bireyin tesadüfen biraraya gelerek kendi kendilerini organize ettiklerini, rütbelere ayırdıklarını ve bu rütbelere uygun davrandıklarını varsaymak ise kuşkusuz mantıksız bir düşünce olur. Dahası, ordudaki mevcut düzenin kusursuz bir biçimde devam edebilmesi için de, düzeni kurmuş olan subayların bu düzeni denetlemeye devam etmeleri gerekir.
Karıncalarda da aynen bir ordunun disiplinine benzer bir disiplin vardır. Dikkat çekici olan nokta ise, ortada hiçbir “subay”ın, yani hiçbir düzenleyici yöneticinin olmayışıdır. Karınca topluluğu içindeki farklı kast sistemleri görevlerini kusursuz bir biçimde yürütürler, ama bunları düzenleyen gözle görünür bir “merkezi irade” yoktur. Dolayısıyla tek açıklama sözkonusu merkezi iradenin “gözle görülmeyen” bir güç olduğudur. Kuran’da, “Rabbin bal arısına vahyetti…“ (Nahl Suresi, 68) ifadesiyle bildirilen ilham, işte bu gözle görülmeyen iradedir. Bu irade, o denli müthiş bir planlama gerçekleştirmiştir ki, inceledikçe insanları hayran bırakmaktadır. Bu hayranlık ve şaşkınlık zaman zaman çeşitli şekillerde, araştırmacılar tarafından da ifade edilmiştir. Böylesine mükemmel bir sistemin tesadüfler sonucu meydana geldiğini iddia etmekten çekinmeyen evrimciler de, bu sistemin merkezinde yer alan özverili tavırları açıklamakta aciz kalmaktadırlar. Bilim ve Teknik dergisinde konuyla ilgili olarak yayınlanan bir makalede yazılanlar, bu acizliği bir kez daha gözler önüne sermektedir:
Sorun, canlıların niye birbirlerine yardım ettikleridir. Darwin’in teorisine göre; her canlı kendi varlığını sürdürmek ve üreyebilmek için bir savaş vermektedir. Başkalarına yardım etmek, o canlının sağ kalma olasılığını bağıl olarak azaltacağına göre, uzun vadede evrimde bu davranışın elenmesi gerekirdi. Oysa canlıların özverili olabilecekleri gözlenmiştir. Özveri olgusunu açıklamanın klasik bir şekli, bunun grubun veya türün çıkarına olduğu özverili bireylerden oluşan toplulukların bencil bireylerden oluşan topluluklara kıyasla evrimde daha başarılı olacağıdır. Ancak bu teoride belirtilmeyen nokta, özverili toplulukların bu özelliklerini nasıl koruyacaklarıdır. Öyle bir toplulukta belirecek tek bir bencil bireyin, kendisini feda etmeyeceği için bir sonraki kuşaklara bencillik özelliklerini daha yüksek oranlarda aktarabilmesi gerekir. Bir diğer belirsiz nokta da, eğer evrim topluluk düzeyinde oluyorsa, bu topluluğun boyutlarının ne olacağıdır. Aile mi, sürü mü, tür mü, yoksa sınıf mı? Aynı anda birden fazla seviyede evrim olsa bile çıkarlar çelişince sonuç ne olacaktır?3
Aynı koloni içindeki farklı kastlara mensup karıncalar, fiziksel olarak da çok farklı görünümlerde olurlar. Her biri yapacağı işe uygun bir fiziksel yapıya sahiptir.
karınca çeşitleri
karınca çeşitleri
Görüldüğü gibi, canlılardaki fedakarlık duygusunu ve bu duygu sayesinde gelişen sosyal sistemleri evrim teorisi ile, yani canlıların tesadüfen meydana geldiklerini varsayarak açıklamak kesinlikle mümkün değildir.

Karıncalar Kapıcılık Yapabilir mi?

Karınca kolonilerindeki sistemin detaylarını incelediğimizde, bu sistemi kuran ve yöneten, gözle görülmeyen iradenin gücünü daha somut bir biçimde hissederiz. Şimdi bu detaylara bir göz atalım.
Karınca yuvalarının dış dünya ile bağlantıları, genellikle sadece bir karıncanın geçebileceği genişlikteki küçük bir delik vasıtasıyla sağlanır. Bu deliklerden geçmek ise bir “izne” tabidir. Koloni içinde sayıları çok fazla olmayan ve tek görevi “kapıcılık yapmak” olan karıncalar vardır. “Kapıcı karıncalar” giriş deliğine tam uyan geniş baş yapılarıyla, canlı bir tıkaç vazifesi görürler. Dahası, bunların baş kısmının rengi ve deseni etraftaki ağaçların kabuklarıyla aynıdır. Kapıcı, giriş deliğinde saatlerce oturur ve sadece kendi kolonisinden olduğunu anladığı karıncaların girişine izin verir.4
Anlaşılan, binaları korumak için görevli bulundurma fikri insanlardan önce, vücutlarının en güçlü bölümüyle girişi kapayan, aynı zamanda kendini kamufle eden ve doğru “parolayı” söylemeyenleri içeri almayan kapıcı karıncalar tarafından uygulamaya konmuştur.
karıncalar_kast sistemi_kapıcı karıncalar
 
Yandaki çizimde özelleşmiş kafa yapılarıyla kapıcı karıncalar görülüyor.
Yukarıda bahsettiğimiz kapıcı karıncanın kafasının tam deliğe uygun olmasının, rengi ve deseninin çevreyle uyum içinde bulunmasının, tanımadığı hiç kimseyi içeri almamasının kendi isteğine bağlı olamayacağı çok açıktır. Karıncanın bedenini bu özelliklere sahip olarak var eden ve yaptığı işi ona ilham eden bir akıl sahibi vardır. Karıncanın bu görevlerini tek başına düşünebildiğini ve hiç bıkmadan ve vazgeçmeden kapıcılık yapmayı aklettiğini söylemek, kuşkusuz makul bir açıklama olamaz.
Bir karınca gerektiğinde kendisini tehlikeye atarak, niye böyle zahmetli ve özveri gerektiren bir işi yapmaktadır? Neden bu işi yapmaktansa kendisine daha rahat bir ortam sağlayacak bir göreve yönelmemektedir? Açıktır ki karıncalardaki mükemmel koloni yaşamının varlığını sürdürebilmesi için her karıncaya  belirli görevler verilmiştir, seçim bu canlılara ait değildir. Karıncaların görevleri Allah’ın belirlemesi ile oluşmuştur. Kapıcı karınca da büyük bir itaatle görevini yerine getirmektedir. Evrim teorisine göre ise karıncaların her alanda gelişme göstermesi ve çok daha rahat yaşayabilecekleri bir kasta dahil olmak için uğraşmaları gerekmektedir. Oysa kapıcı karıncaların bu yönde bir çabası hiç olmamaktadır ve tüm ömürleri boyunca, kendilerine Allah’ın ilham ettiği görevlerini kusursuzca yerine getirmektedirler.

Uzman Karıncalar

Karıncalarda organizasyon, belirli bir işte uzmanlaşma ve iletişim, neredeyse insanlar arasında olduğu kadar başarılıdır. Öyle ki, insanlar bugün karıncalar arasındaki uyumlu sistemi örnek almaktadırlar. Aşağıdaki alıntı bu konuyu örneklendirmektedir:
Bilgisayar uzmanları bugün, karıncalardaki kollektif davranış biçimlerini laboratuvarlarda robotlarla üretmeye çalışıyorlar. Çok gelişmiş, ileri programlar yerine, kendi aralarında işbirliği yapan, “basit” enformatik unsurlardan oluşan robotlar üzerinde yoğunlaşıyorlar. Bu çalışmalarda temel ilke aynı: Çok gelişmiş bir robot oluşturmak yerine, daha az “zeki” bir sürü robot geliştirmek, ama bunlardan tıpkı karınca kolonisinde olduğu gibi en “karmaşık” görevleri üstlenmelerini beklemek… Bu robotlar tek tek ele alındıklarında “zeka” açısından çok gelişmiş olmayacaklar, ama ortak hareket dürtüsüyle işbölümünü gerçekleştirecekler. Çünkü, en basit enformatik bilgileri birbirleriyle değiş tokuş etme yeteneğine sahip olacaklar. Bir karınca kolonisindeki hayat ve işbölümü tarzı , NASA’yı bile etkilemiş… Kuruluş, Mars gezegenindeki araştırmalar için gelişmiş bir tek robot göndermek yerine, birçok karınca-robot göndermeyi planlıyor. Böylece birkaç tanesi tahrip olsa bile, ekibin ayakta kalanları görevlerini tamamlayabilecekler.5
Bu açıklamalardan sonra, “uzman karıncalar”ın dünyasından dikkat çekici bir örneğe göz atalım.
Karıncalar gruplar halinde yaşayabilen canlılardır. Tek başlarına hayatlarını sürdürmeleri mümkün değildir.
karıncalar
karıncalar toplu yaşarlar

Grup Halinde Yaşamak Karıncaları Nasıl Etkiler?

Karıncalarda işbirliğinin en belirgin örneği, bir işçi karınca türünün (Lasius Emarginatus) davranışlarıdır. Bu türün bireylerinin birbirlerine karşı ilginç bir bağlılıkları vardır. Toprakla uğraşan gruba ait dört işçi karıncanın, büyük gruptan ayrıldığında faaliyetleri hızla devam eder. Fakat dördünün aralarına cam, taş gibi birbirlerini görmelerine engel olan bir cisim girdiğinde çalışma tempoları düşer.
Başka bir örnek de, ateş karıncalarının gruplarından ince bir bariyerle ayrıldığında hemen bu engeli delerek koloninin diğer üyelerine ulaşmaya çalışmalarıdır.
Ayrıca grubun sayısı değiştiğinde de, karıncaların davranışlarında pek çok farklılıklar görülür. Yuvadaki karınca sayısı arttığında, her bir üyenin faaliyetlerinde artış olduğu gözlenmektedir. İşçi karıncalar grup olarak biraraya geldiğinde, toplanıp sakinleşirler ve az enerji harcarlar. Bazı karınca türlerinde sayı yükseldikçe, harcanan oksijen miktarının düştüğü tespit edilmiştir
Bütün bu örneklerin bize gösterdiği, karıncaların tek başlarına yaşamayı başaramayacaklarıdır. Bu küçük yaratıklar, ancak gruplar hatta koloniler halinde yaşayabilecek özelliklerle yaratılmışlardır. Bu da bize evrimcilerin, karıncaların sosyalleşme süreci ile ilgili iddialarının ne kadar gerçek dışı olduğunu göstermektedir. Çünkü, karıncaların ilk varoldukları zamanlarda tek başlarına yaşayıp da, sonradan sosyalleşerek koloniler oluşturmuş olmaları mümkün değildir. Böyle bir ortamla karşılaşan bir karıncanın hayatını sürdürmesi imkansız hale gelmektedir. Hem üreyebilecek, hem kendine ve larvalarına uygun bir yuva yapacak, hem kendisini ve tüm ailesini besleyecek, hem kapıcılık, hem askerlik yapacak, aynı zamanda larvaları yetiştiren bir işçi olacak… Son derece geniş bir işbölümü gerektiren bütün bu işleri, bir zamanlar bir veya bir kaç karıncanın yaptığını söyleyemeyiz. Üstelik tüm bu zahmetli işlerle uğraşırken, bir yandan da sosyalleşme yönünde çaba harcadıklarını düşünmek imkansızdır. Bu durumda anlaşılan şudur: Karıncalar ilk yaratıldıkları günden beri sosyal bir sistem içinde ve gruplar halinde yaşayan varlıklardır. Bu ise, karıncaların tek bir anda tüm özellikleriyle varolduklarının, yani karıncaları Allah’ın yarattığının kanıtlarındandır. Bir ayette şöyle buyrulmaktadır:
De ki: “Siz, Allah’ın dışında taptığınız ortaklarınızı gördünüz mü? Bana haber verin; yerden neyi yaratmışlardır? Ya da onların göklerde bir ortaklığı mı var? Yoksa Biz onlara bir kitap vermişiz de onlar bundan (dolayı) apaçık bir belge üzerinde midirler?” Hayır, zulmedenler, birbirlerine aldatmadan başkasını vadetmiyorlar. (Fatır Suresi, 40)

Örnek Bir Karargah

Önceki sayfalarda verdiğimiz ordu örneğini biraz genişletelim. Şaşırtıcı derecede büyük ama aynı zamanda tam bir düzenin hakim olduğu bir karargaha geldiğinizi düşünün. İçeri girmeniz imkansız gibi görünüyor, çünkü kapılardaki güvenlik görevlileri tanımadıkları hiç kimseyi içeri almıyorlar. Bina çok sıkı denetlenen bir güvenlik sistemiyle korunuyor.
Ama bir şekilde içeri girdiğinizi farzedin. İçeride çok sistemli ve dinamik bir faaliyet dikkatinizi çekecek; çünkü binlerce asker çok düzenli bir şekilde işlerini yapıyorlar. Bu düzenin sırrını araştırdığınızda, binanın, içindekilerin çalışmasına son derece uygun şekilde dizayn edildiğini farkediyorsunuz. Her iş için özel bölümler var ve bu bölümler, askerlerin çalışmasına en uygun şekilde tasarlanmış. Örneğin bina yerin altına doğru katlar halinde iniyor ama güneş enerjisine ihtiyaç duyan bölüm, güneşi en geniş açıyla alabileceği yere yerleştirilmiş. Ayrıca sürekli bağlantı içinde olması gereken bölümler de ulaşımın en kolay olacağı şekilde, birbirlerine çok yakın olarak inşa edilmiş. Fazla maddelerin yığıldığı depolar, binanın yan tarafında ayrı bir bölüm olarak dizayn edilmiş. İhtiyaçların saklandığı ambarlar ise rahat ulaşılabilecek yerlerde. Tam binanın ortasında da, gerektiğinde herkesin toplanabileceği geniş bir salon var.
Karargahın  özellikleri bunlarla bitmiyor. Bina, büyüklüğüne rağmen eşit bir şekilde ısınıyor. Çok gelişmiş bir merkezi ısıtma sistemi sayesinde, sıcaklık gün boyunca olması gerektiği derecede sabit kalabiliyor. Bunun bir nedeni de, binada her türlü hava koşuluna karşı geliştirilmiş, son derece etkili bir dış yalıtım uygulanması.
Bu tarz bir karargahın nasıl ve kimler tarafından dizayn edildiği sorulsa, herkes üstün teknoloji ve profesyonel bir ekip çalışması ile olduğunu söyler. Çünkü böyle bir karargah, ancak belirli bir eğitim, kültür, akıl ve zeka düzeyine sahip kişiler tarafından yapılmış olabilir. Oysa bahsettiğimiz bu karargah aslında arka sayfada resmini görebileceğiniz bir karınca yuvasıdır. Bu tip bir karargah meydana getirebilmek için gerekli bilgiyi edinmek, insan ömrünün uzunca bir bölümünü kapsar. Oysa yumurtadan çıkan bir karınca görevini o anda bilmekte ve hiç vakit kaybetmeden uygulamaya geçirmektedir. Bu durum, karıncaların bu bilgilere henüz dünyaya gelmeden sahip olduklarını gösterir. Daha doğrusu tüm bu bilgiler, var oldukları ilk andan itibaren,  herşeyin Yaratıcısı olan Yüce Allah tarafından karıncalara ilham edilmektedir.

Karıncalarda Oto-Organizasyon

Karınca kolonileri, havalandırma sistemlerinden depolara, larva kreşlerine, merkezi ısıtmadan kuluçka odalarına kadar son derece mükemmel bir düzene sahiptir. Yeryüzündeki en organize koloni yaşamına sahip canlılardan biri olan karıncalar Yüce Rabbimiz’in ilhamı ile hareket etmektedirler.
1. Havalandırma Sistemi: Karıncaların en büyük düşmanı olan kuşlar yuvaya yaklaştıkları zaman, savaşçıların bir kısmı, yuvanın ağzında karınlarını hemen havaya doğru çevirir ve kuşlara asit püskürtürler.
2. Sera: Güneye bakan bu odada ana kraliçenin yumurtaları olgunlaşır. Odanın sıcaklığı 38 derecede sabit kalır.
3. Ana Giriş ve Yan Girişler: Bu girişleri kapıcı karıncalar korur. Tehlike anında düz kafalarıyla kapıların girişini kapatırlar. Koloninin diğer sakinleri kapıdan girmek istediklerinde, kapıcı karıncanın kafasına antenleriyle özel bir ritimle vururlar. Ve kapıcı karınca da girişi açar. Bu ritmi unuttukları takdirde koruyucu karıncalar tarafından hemen orada öldürülürler.
4. Hazır Odalar: Karıncalar yuva inşa ettikleri yerde eskiden kalma bir yuva bulurlarsa, bulunan eski yuvanın sağlam kalmış odalarına da el koyarlar. Böylece sitenin tamamlanmasında önemli ölçüde zaman kazanırlar.
5. Depo Mezarlık: Karıncalar, bu odalara, topladıkları tahıl tanelerinin tüketemedikleri kabuklarını ve ölen diğer karıncaların cesetlerini koyarlar.
6. Muhafız Birliği Odası: Buradaki asker karıncalar 24 saat alarm halindedirler. En küçük bir tehlike durumunda hemen harekete geçerler.
7. Dış Yalıtım: Çalı çırpı ve küçük dal  parçacıklarından oluşan bu yalıtım yuvayı sıcaktan, soğuktan ve yağmurdan korur. Yalıtım tabakasının azalıp azalmadığı işçi karıncalar tarafından sürekli denetlenir.
8. Emzirme Odası: Emzirici karıncalar karınlarından şekerli bir sıvı salgılarlar. Yetiştirici karıncalar ise, antenleriyle onların karınlarını delerek bu sıvıdan yararlanırlar.
9. Et Ambarı: Böcekler, sinekler, çekirgeler ve düşman karıncalar öldürüldükten sonra bu ambarda saklanırlar.
10. Tahıl Ambarı: Kış aylarında ekmek olarak yararlanmak üzere değirmenci karıncalar büyük parça tahıl tanelerini küçük tabletler haline burada getirirler.
11. Larvalar için Kreş: Hemşire karıncalar yavru karıncaları hastalıklardan korumak için antibiyotik  özellik taşıyan tükürüklerini kullanırlar.
12. Kış Odası: Kasım ayının başında kış uykusuna yatıp Mayıs’ta yeniden uyanan karıncalar, uzun kış mevsimini bu odada geçirirler. Uyandıklarında da ilk iş olarak bu odayı temizlerler.
13. Merkezi Isıtma Bölümü: Yaprak parçaları ve çalı çırpıların burada birbirleriyle harmanlanması belli bir ısı sağlar. Bu ısı tüm yuvaya 20 ile 30 derece arasında değişen bir sıcaklık verir.
14. Kuluçka Odası: Ana kraliçenin yumurtaları, yumurtlama sırasına göre bu odada istif edilir. Daha sonra zamanı geldiğinde buradan alınıp sera odasına taşınır.
15. Kraliyet Odası: Ana kraliçe bu odada yumurtlar. Bu odada sürekli kendisini besleyen ve odanın temizliğini yapan yardımcılar bulunur.6
karınca yuvası
 
Yandaki resimde karıncaların bir ağacın kökleri arasında kurdukları yeraltı şehri görülüyor. Zaman içinde ağacın kökleri zarar görmüş ve ağaç devrilmiştir. Dolayısıyla da bu gizli şehir ortaya çıkmıştır.
Karıncalar dünyasında bir şef veya plan-program yoktur. En  önemlisi de, daha önce söylediğimiz gibi emir-komuta zincirinin olmamasıdır. Müthiş gelişmiş bir oto-organizasyon sayesinde bu toplumdaki en karmaşık görevler bile hiç aksamadan yerine getirilir. Şöyle bir örnek verebiliriz:
Kolonide yiyecek sıkıntısı başgösterdiğinde, işçi karıncalar hemen “besleyici” karıncalara dönüşürler ve yedek midelerindeki besin maddeleriyle diğerlerini beslemeye başlarlar. Kolonide besin fazlası söz konusu olduğunda ise, hemen bu kimliklerinden sıyrılıp, yeniden işçi karıncalar haline dönüşürler.
Burada gösterilen fedakarlık gerçekten de ileri bir seviyededir. İnsanlar dünya üzerindeki açlık tehlikesiyle mücadelede bir türlü başarı elde edemezken, karıncalar bu işe pratik bir çözüm bulmuşlardır: Yiyecekleri dahil herşeyi paylaşmak. Evet bu gerçek bir fedakarlık örneğidir. Hiç bir karşılık beklemeden, yediği yiyeceğe kadar herşeyini karşısındaki karıncanın varlığını sürdürebilmesi için hiç düşünmeden verebilmek, evrim teorisinin açıklayamadığı, doğadaki fedakarlık örneklerinden sadece biridir. Karıncalara bu fedakarlığı ilham eden Yüce Allah’tır. Bir ayette tüm canlıların rızkını verenin Allah olduğu şöyle bildirilmektedir:
Yeryüzünde hiç  bir canlı yoktur ki, rızkı Allah’a ait olmasın. Onun karar (yerleşik) yerini de ve geçici bulunduğu yeri de bilir. (Bunların) Tümü apaçık bir kitapta (yazılı)dır. (Hud Suresi, 6)
Karıncalarda aşırı nüfus diye bir problem de söz konusu değildir. Bugün insanoğlunun metropolleri, göçler, altyapı eksiklikleri, kaynakların yanlış kullanımı ve işsizlik nedeniyle yaşanmaz hale gelirken, karıncalar 50 milyon nüfusu barındıran yeraltı kentlerini müthiş bir düzen içinde hiç bir şeyin eksikliğini hissetmeden yönetebilirler. Her karınca çevresindeki koşullarda meydana gelen değişikliklere anında uyum gösterir. Böyle bir şeyin gerçekleşebilmesi için, karıncaların kesinlikle fiziksel ve psikolojik anlamda özel olarak programlanmış olmaları gerekmektedir. Son derece iyi organize olmuş bu sistemin oluşması için, mutlaka karıncaları yönlendiren, hepsine kendi işini yapmasını ilham eden, onlara emir veren bir “irade sahibi”ne ihtiyaç vardır. Aksi takdirde bir düzen değil, büyük bir  karmaşa ortaya çıkacaktır. İşte bu “irade sahibi”, herşeyin sahibi olan, herşeye gücü yeten, bütün canlıları yönlendiren, yapmaları gereken şeyleri ilham ile emreden Yüce Allah’tır.

25 milyon yıllık işçi karınca fosili
 
Yeryüzünde en kalabalık nüfusa sahip canlılardan biri karıncalardır. Fosil kayıtları karıncaların milyonlarca yıldır aynı olduklarını, herhangi bir değişikliğe uğramadıklarını, yani evrim geçirmediklerini ortaya koymuştur. Resimde görülen 25 milyon yıllık işçi karınca fosili de, bu gerçeği teyit etmektedir.
 
İŞÇİ KARINCA FOSİLİ
Dönem: Senozoik zaman, Oligosen dönemi
Yaş: 25 milyon yıl
Bölge: Dominik Cumhuriyeti

Karıncaların herhangi bir şahsi çıkar gözetmeksizin durmadan çabalamaları, onların belirli bir “denetleyici” tarafından ilham ile hareket ettirildiklerinin ispatıdır. Nuh Suresi’nde herşeyin sahibinin ve denetleyicisinin Allah olduğu, her canlının O’nun  ilhamıyla hareket ettiği şöyle bildirilir:
Ben gerçekten, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a tevekkül ettim. O’nun, alnından yakalayıp-denetlemediği hiçbir canlı yoktur. Muhakkak benim Rabbim, dosdoğru bir yol üzerinedir (dosdoğru yolda olanı korumaktadır. (Hud Suresi, 56)
karınca yuvası inşaası
Yuva yapımının ilk aşamasında, koloni üyeleri, ince bir giriş deliği açtıktan sonra bu deliğin ilerisini bir bölmeler labirenti haline dönüştürürler. Bu bölmelerin çoğunda bakteri bahçeleri mevcuttur. Bu bahçeler genelde yüzeye yakın olan bölmelerde yer almaktadırlar. Daha derinde ve daha geniş olan bölmelerde ise bitki artıklarının çürümüş halleri vardır. Bu deliklerin (odaların) bazıları, değişik bir şekilde organik maddelerden ziyade toprak içermektedir. Sanki zararlı atıkları örtmek için gerekli olan bir katman hazırlanmış gibi… Sıcak hava bu istenmeyen bölmelerden yukarıya doğru yükselir. Serin, bol oksijenli hava yuvanın içinde itilir ve yuvanın üstüne kadar çıkar. Bu sistem havalandırma ve yol açma için kullanılır. Bu delikli ve mağarasal tünellerin çevresi yuvanın girişinden 7.5 metre genişlikteki bir kemer gibidir. Bu metropol, herhangi bir mimari ve zirai eğitim almamış olan karıncalar tarafından inşa edilmektedir.


25 milyon yıllık kanatlı karınca fosili
 
Kanatlı karınca türünün 5 – 8 mm uzunluğunda iki uzun kanadı vardır. Yuvalarını su ve yiyecek kaynaklarına yakın yaparlar. Bu karıncalar milyonlarca yıldır hiçbir değişikliğe uğramamışlardır. 25 milyon yıllık amber içindeki kanatlı karınca fosili, söz konusu canlıların milyonlarca yıldır aynı olduklarını, yani evrim geçirmediklerini göstermektedir.
 
Kanatlı Karınca Fosili Dönem: Senozoik zaman, Oligosen dönemi
Yaş: 25 milyon yıl
Bölge: Dominik Cumhuriyeti

DİPNOTLAR

1 National Geographic, vol.165, no.6 , sf.775
2 Bert Hölldobler-Edward O.Wilson, The Ants, Harvard University Press, 1990, sf.1
3 Bilim ve Teknik Dergisi, sayı: 190, sf.4
4 Bert Hölldobler-Edward O.Wilson, The Ants, Harvard University Press, 1990, sf.330-331
5 Focus Dergisi, Ekim 1996
6 Focus Dergisi, Ekim 1996, sf.18-19

Toplulukta İletişim

 

Karıncaların arasında çok gelişmiş bir “haberleşme sistemi” olduğuna Kuran’da işaret edilir. Hz. Süleyman’ın ordularından söz edilen ayette şöyle bildirilmektedir:
Nihayet karınca vadisine geldiklerinde, bir dişi karınca dedi ki: “Ey karınca topluluğu, kendi  yuvalarınıza girin, Süleyman ve orduları, farkında olmaksızın sizi kırıp geçmesin.” (Neml Suresi, 18)
Son yüzyılda karıncalar üzerinde yapılan bilimsel araştırmalar, bu küçük hayvanların arasında inanılması zor bir iletişim ağının var olduğunu ortaya koymuştur. National Geographic dergisinde yayınlanan bir makalede bu konudan şöyle bahsedilmektedir:
Büyük veya küçük herhangi bir karınca, başındaki karmaşık duyu organlarıyla, milyonlarca hatta daha fazla kimyasal ve görsel sinyalleri yakalar. Beyin 500.000 sinir hücresi içerir; gözler birleşiktir; antenler insandaki burun ve parmak ucu gibi hareket eder. Ağzın altındaki projeksiyonlar tadı algılar, kıllar dokunmaya karşılık verir.7
Bizler farkına varmasak da karıncalar, hassas duyu organları sayesinde oldukça değişik iletişim yöntemleri kullanırlar. Avlarını bulmaktan birbirlerini takip etmeye, yuvalarını kurmaktan savaşmaya kadar hayatlarının her anında bu duyu organlarını çalıştırırlar. 2-3 milimetrelik vücutlarının içerisine sığdırılmış 500.000 sinir hücresiyle, hayranlık uyandırıcı bir iletişim sistemine sahiptirler. Burada dikkat edilmesi gereken nokta; bahsedilen yarım milyon sinir hücresi ve karmaşık iletişim sisteminin, neredeyse insanın milyonda biri küçüklüğündeki bir karıncaya ait olmasıdır.
Karıncalar, arılar ve termitler gibi koloni halinde yaşayan sosyal canlılar üzerinde yapılan araştırmalarda, bu hayvanların iletişim sürecindeki tepkileri belli başlı kategorilere ayrılmıştır. Bunları şöyle sıralayabiliriz: Alarma geçme, toplanma, temizlenme, sıvı besin değişimi, gruplaşma, tanıma, kast belirleme…8
Okuduğunuz bu çeşitli tepkilerle düzenli bir toplum yapısı oluşturan karıncaların, karşılıklı haber alışverişine dayalı bir hayatları vardır ve bu alışverişi sağlamada hiçbir zorluk çekmezler. İnsanların kimi zaman konuşarak halledemediği, anlaşma sağlayamadığı konularda (toplanma, paylaşma, temizleme, savunma vs. gibi) karıncaların etkileyici iletişim sistemleriyle, yüzde yüz başarılı olduklarını söyleyebiliriz.

Karınca Grupları Arasındaki Bilgi Alış-Verişi

Yeni keşfedilen bir besin kaynağına ilk önce öncü karıncalar gider. Daha sonra, feromen (*) denen ve iç salgı bezlerinde salgılanan bir sıvı sayesinde diğer karıncaları da çağırırlar. Yiyeceğin üzerindeki kitle kalabalıklaşınca işçilere, yine bu feromen salgısı vasıtasıyla bir sınır konur. Bulunan besin çok küçük veya uzakta ise, öncüler sinyal vererek besine ulaşmaya çalışan karıncaların sayısında ayarlama yaparlar. Eğer güzel bir besin bulunmuşsa karıncalar daha çok iz bırakmaya çaba sarfederler, böylece yuvadan daha fazla karınca avcılara yardım etmeye gelir. Her ne olursa olsun, besinin kullanılıp yuvaya taşınmasında hiç bir aksaklık çıkmaz. Çünkü karıncalarda tam bir “ekip çalışması” vardır.
(*) FEROMENLER: Kelime olarak, “Pher” – Taşımak, “hormone” – hormon kelimelerinin birleşiminden oluşmuştur ve “hormon taşıyıcıları” anlamındadır. Feromenler, aynı türün üyeleri arasında kullanılan sinyallerdir ve genellikle özel bezlerde üretilerek çevreye bırakılırlar.
Feromenler ile iletişim en çok böcekler arasında yaygındır. Feromen, erkekleri dişilere çeker. En çok incelenen türü, güvelerin çiftleşme maddesi olarak kullandığıdır. Bir dişi çingene güvesi, “disparlure” denen bir feromen salgılayarak erkek güveleri bir kaç kilometre öteden etkileyebilir. Erkek, işareti yollayan dişinin bir mililitre havadaki birkaç yüz molekülünü bile sezebildiğinden, “disparlure” çok geniş alana dağılsa bile etkisini sürdürür.
Feromenler, böcek iletişiminde daha pek çok rol oynarlar. Örneğin, karıncalar, feromenleri, yiyecek kaynaklarına giden yolu göstermek için iz bırakıcı olarak kullanırlar. Bir bal arısı soktuğunda, kurbanının derisinde sadece iğnesini bırakmakla kalmaz, aynı zamanda diğer bal arılarını da saldırıya çağıran bir kimyasal madde bırakır. Benzer olarak, birçok türün işçi karıncaları da bir düşman tarafından tehdit edildiklerinde alarm maddesi olarak feromenler salgılarlar, feromen havada yayılarak alarm verir ve diğer işçileri toplar. Eğer bu karıncalar da düşmanla karşı karşıya gelirlerse, onlar da feromen salgılayacaklar, böylece sinyal, tehlikenin önemine göre artacak, ya da yok olacaktır.
Başka bir örnek, bir yuvadan başka bir yuvaya göç eden kaşif karıncalarla ilgilidir. Bu karıncalar, buldukları yeni yuvadan eski yuvaya doğru iz bırakarak ilerlerler. Diğer işçiler yeni yuvayı incelerler ve ikna olurlarsa, onlar da kendi feromenlerini (kimyasal izlerini) eski izin üstüne eklerler. Böylece iki yuva arasında gidip gelen karıncaların sayısı artar ve bunlar yuvayı hazırlarlar. Bu çalışmalar esnasında, işçi karıncalar da boş durmaz, aralarında belli bir organizasyon ve işbölümü yaparlar. Yeni yuvayı belirleyen karıncaların görev paylaşımı şöyledir:
(1) Yeni bölgede toplayıcı görevi üstlenen karıncalar bulunur.
(2) Yeni bölgeye gelip nöbet tutan bir grup vardır.
(3) Toplanma talimatını almak için nöbetçi karıncaları izleyen karıncalar vardır.
(4) Bir grup da bölgede detaylı araştırma yapar.
Kuşkusuz bu kusursuz hareket planının karıncalar tarafından ilk var oldukları günden bu yana uygulanabiliyor olması üzerinde düşünülmesi gereken  bir konudur. Böyle bir planın gerektirdiği işbölümünün, yalnızca kendi yaşamını ve çıkarlarını düşünen bireyler tarafından uygulanması imkansızdır. O halde akla şu soru gelmektedir: “Bu planı karıncalara milyonlarca seneden beri kim ilham etmektedir ve uygulamalarını kim sağlamaktadır?” Bu hareket planının gerektirdiği son derece üstün grup iletişiminin işleyebilmesi için elbette büyük bir akıl ve güç sahibine ihtiyaç duyulmaktadır. Tüm canlıların Yaratıcısı, sonsuz akıl sahibi olan Allah, karıncaların bu sistemli dünyasında, Kendi sonsuz kudretini kavrayabilmemiz için bize bir yol göstermektedir. Ayetlerde şöyle buyrulmaktadır:
Göklerde ve yerde olanların tümü Allah’ı tesbih etmiştir. O, üstün ve güçlü (aziz) olandır, hüküm ve hikmet sahibidir. Göklerin ve yerin mülkü O’nundur. Diriltir ve öldürür. O, herşeye güç yetirendir. (Hadid Suresi, 1-2)

Kimyasal İletişim

Yukarıda sayılan tüm iletişim kategorileri için bir genellemeye başvurulması gerekirse, bütün bunları tek bir şeyin yönlendirdiği söylenebilir: “Kimyasal Sinyaller”. Yarı-kimyasallar (semiochemicals) karıncaların iletişim kurmak amacıyla kullandıkları kimyasal maddelerin genel adıdır. Genel olarak iki çeşit yarı-kimyasal vardır. Bunların isimleri Feromen ve Alomen’dir.
karıncalar arası iletişim
 
Karıncalar arasındaki iletişim, kimyasal sinyallerin koku veya tat alma yoluyla aktarılması sayesinde kurulmaktadır.
Alomen, cinsler arası iletişim için kullanılan bir maddedir.
Feromen ise daha önce açıklandığı gibi, çoğunlukla bir cins içinde kullanılan ve bir karınca tarafından salgılandığında, diğeri tarafından koku olarak algılanan kimyasal sinyaldir. Bu sinyaller, karınca topluluklarının organizasyonunda en önemli rolü oynar. Ve bu maddenin salgı bezlerinde üretildiği sanılmaktadır. Bir karınca sinyal olarak bu sıvıyı salgıladığında, diğerleri koku veya tat alma yoluyla mesajı alır ve cevap verirler. Karınca feromenleri üzerinde yapılan araştırmalar, tüm sinyallerin koloninin ihtiyaçlarına göre salgılandığını ortaya çıkarmıştır. Ayrıca karıncaların salgıladığı feromenin yoğunluğu, içinde bulundukları durumun aciliyetine göre de değişmektedir.9
Görüldüğü gibi, karıncaların yaptıkları işlemleri yapabilmek için, derin bir kimya bilgisine ihtiyaç vardır. Karıncaların ürettikleri kimyasal maddeleri, biz insanlar ancak laboratuvarlarda yaptığımız analizlerle çözeriz. Üstelik bunları yapabilmek için de senelerce süren bir eğitimden geçeriz. Karıncalar ise dünyaya geldikleri andan itibaren, her ihtiyaç duyduklarında bunları salgılayabilir ve hangi salgıya ne tepki vermeleri gerektiğini çok iyi bilirler.
Kimyasal maddeleri dünyaya geldikleri anda bile iyi tanımaları, karıncalara doğuştan kimya eğitimi veren bir “Öğretici”nin varlığını gösterir. Bunun aksini iddia etmek, karıncaların zaman içerisinde kendi kendilerine kimya öğrendiklerini ve deneyler yapmaya başladıklarını iddia etmek anlamına gelecektir ki, bu da mantığa aykırı olacaktır. Karıncalar hiçbir eğitim görmeden, doğar doğmaz bu kimyasal maddeleri gayet iyi tanımaktadırlar. Başka bir karıncanın veya başka bir canlının, karıncanın “Öğretici”si olduğunu da söyleyemeyiz. Hiçbir böcek veya hiçbir canlı -insan da dahil olmak üzere- karıncalara kimyasal maddeler üretmeyi ve bu maddelerle iletişim kurmayı öğretebilecek kabiliyete sahip değildir. Ortada henüz dünyaya gelmeden bir öğretme olayı varsa, bu fiili gerçekleştirebilecek olan tek irade, tüm canlıları yaratan “göklerin ve yerin Rabbi” olan Allah’tır.
Düşünün ki pek çok insan, karıncaların günlük hayatları içinde sürekli salgıladıkları “Feromen”in anlamını dahi bilmez. Oysa dünyaya gelen her karınca bu kimyasal maddeler sayesinde mükemmel bir sosyal iletişim sistemi kullanmaktadır. Bu sosyal iletişim sistemi, sonsuz kudret sahibi Allah’ın varlığının apaçık delillerinden biridir.

Salgı Bezleri

Şimdiye kadar bahsettiğimiz karmaşık kimyasal reaksiyonların gerçekleştirildiği belli başlı birkaç salgı bezi vardır. Karıncalar arası bu kimyasal iletişimi, altı tane salgı bezinde üretilen salgılar sağlar. Ancak bu salgılar karıncaların hepsinde aynı özelliği göstermez; her salgı bezinin farklı karınca çeşitlerinde, ayrı ayrı fonksiyonları vardır. Şimdi bu salgı bezlerine yakından göz atalım:
Dufour bezleri: Bu bezlerde üretilen salgılar, alarm ve saldırı için toplanma gibi komutlarda kullanılır.
Zehir torbası: Zehir torbasında geniş çaplı bir formik asit üretimi olur. Ayrıca saldırı ve savunma sırasında kullanılmak üzere üretilen zehir de burada oluşturulur. Bu salgının bulunduğu en güzel örnek ateş karıncalarıdır. Bu karıncaların zehiri, küçük omurgalıları felç edebilir, insanların da canını yakabilir.
Formik asit üreten karıncaların yaşadığı bir ormanda araştırmacılar, izah edilemeyecek kadar yüksek seviyede formik asite rastlamışlardır. Öne sürülen tüm teoriler sonuçsuz çıkmış, yapılan araştırmalar netice vermemiştir. Sonunda bilim adamlarının ortak kanaati, ormanda yaşayan formik asit karıncalarının ürettikleri asidin buharlaşarak havaya karıştığı ve ekolojik oranda bir takım değişikliklere sebep olduğu şeklinde oluşmuştur. Yani bu mikro canlılar, kendilerine hiç zarar vermeden, yaşadıkları bölgenin atmosferini bile etkileyebilecek oranda asit üretebilmekte ve gerektiğinde kullanabilmektedirler. Bu ise, araştırmacıları da hayrete düşürmektedir.10
karıncaların salgı bezleriYukarıda, Formica türü karıncanın anatomik şeması görülmektedir. Beyin ve sinir sistemi mavi, sindirim sistemi pembe, kalp kırmızı ve salgı bezleri ve bununla ilgili yapılar sarıyla gösterilmiştir: (1) Mandibular salgı bezi, (2) Pharynx, (3) Propharyngeal salgı bezi, (4) Postpharyngenal salgı bezi, (5) Beyin, (6) Labial salgı bezi, (7) Esophagus, (8) Sinir sistemi, (9) Metapleural salgı bezi, (10) Kalp, (11) Mide, (12) Proventriculus, (13) Malpighian kesecikleri, (14) Ortabağırsak, (15) Rektum, (16) Anüs, (17) Dufour salgı bezi, (18) Zehir torbası.
Pygidial Bezler: Bu bezlerin ürettiği salgıları üç ayrı karınca türü alarm sistemi olarak kullanır. Büyük çöl hasatçı karıncası, bu salgıyı güçlü bir koku şeklinde yayarak panik alarmı verirken, Güney Amerika’da yaşayan bir karınca türü olan Pheidole biconstricta ise, bu bezlerden ürettiği salgıyı kimyasal savunmalarda ve saldırı alarmlarında kullanır.
Sternal Bezler: Buradaki salgılar, koloni göçleri sırasında ve av kovalarken  iz sürme ve askerleri bir araya toplamada kullanılır. Bu salgının en orjinal fonksiyonu ise, karıncanın zehir fışkırtırken sık sık döndürmek durumunda kaldığı yedinci karın bölgesini yağlamaktır. Bu sayede karıncanın zehiri fışkırtmak için gövdesini döndürmesi kolaylaşır. Mikroskobik bir “yağ üretim merkezi” olan bu bez olmasaydı, karıncanın savunma sistemi alt üst olurdu.
Ama böyle olmaz, çünkü ortada birbirine bağlı çalışan mükemmel bir sistem vardır: Küçücük bir karıncanın zehir fışkırtmak için gövdesini nasıl döndüreceği planlanmış, bu gövdeyi çevirirken zorlanmaması için gereken yağın nerede ve nasıl üretileceği de önceden belirlenmiştir.
Metapleural Bezler: Bu bezlerin salgıladıkları sıvıların, vücut yüzeyini ve yuvayı mikroorganizmalara karşı koruyan antiseptik maddeler olduğu anlaşılmıştır. Örneğin Attaların vücudunda, bir çeşit antibiyotik olan  bir asit türü daima 1.4 mikrogram oranında bulunur. İşçi karınca bu antiseptik salgıdan zaman zaman küçük miktarlarda salgılar.  Ayrıca eğer saldırıya uğrarsa, düşmanı uzaklaştırmak amacıyla da bu salgıdan yayar.11
Şunu unutmamak gerekir ki, bir karınca kendini mikroplardan korumayı bilmediği gibi, mikropların varlığından bile haberi yoktur. Durum böyle iken vücudu, o farkında bile olmadan düşmanlarına karşı ilacını üretir. Karıncanın vücudunda daima kendisini korumak için 1.4 mikrogramlık bir antiseptik salgının olması, çok ince düşünülmüş bir detaydır. Çünkü karıncayı yaratan Allah, yarattığı tüm canlıların bütün ihtiyaçlarını en ince detayına kadar düşünen, yani “Latif” olandır. Bir ayette şöyle buyrulmaktadır:
Allah, kullarına karşı lütuf sahibidir; dilediğini rızıklandırır. O, kuvvetlidir, azizdir. (Şura Suresi, 19)
Görüldüğü gibi bu bölümde bahsedilen tüm salgı bezleri, karıncalar için hayati fonksiyonlar taşıyan birimlerdir. Bunların herhangi birinin eksikliği veya yetersiz çalışması karıncanın sosyal ve fiziksel tüm yaşamını olumsuz yönde etkiler. Hatta hayatını sürdürmesi imkansız olur. Bu ise evrim teorisinin iddialarını kesin bir biçimde çürütür. Çünkü evrim canlıların kademeli bir biçimde geliştiklerini, ilkel bir formdan başlayarak, yararlı bir takım tesadüfler sonucunda giderek daha gelişmiş hale geldiklerini öne sürmektedir. Bunun anlamı da, karıncaların, bugün sahip oldukları fizyolojik özelliklerin bir kısmına daha önceki evrelerde sahip olmadıkları, bunları sonradan kazandıklarıdır. Oysa karıncaların üstte değindiğimiz tüm salgıları son derece hayatidir ve bunlara sahip olmayan bir karınca türünün neslini devam ettirmesi imkansızdır.
Bütün bunlardan çıkan sonuç, karıncaların, bu salgı bezleri ve onların hayati fonksiyonlarıyla beraber yaratılmış olduklarıdır. Yani bir savunma ve haberleşme sistemi oluşturabilmek için yüzbinlerce sene gerekli salgı bezlerinin oluşmasını beklememişlerdir. Aksi takdirde yaşamlarını, dolayısıyla da karınca soyunu sürdürmeleri imkansız olurdu. Tek açıklama, yeryüzünde var olan ilk karınca türünün, bugün olduğu gibi eksiksiz ve kusursuz bir biçimde var olduğudur. Kusursuz bir sistem ise ancak bir Yaratıcı’nın eseri olabilir. Bu Yaratıcı da üstün güç sahibi Allah’tır. Bir ayette şöyle buyrulmaktadır:
Göklerde ve yerde olanlar Allah’ındır. Şüphesiz Allah, Gani (hiç kimseye ve hiçbir şeye muhtaç olmayan)dır, Hamid (hamd da yalnızca O’na ait)tir. (Lokman Suresi, 26)

Karıncaların Kimlik Kartı: Koloni Kokusu

Karıncaların birbirlerini tanıyabildiklerini, akrabalarını yani koloni arkadaşlarını ayırt edebildiklerini daha önce söylemiştik. Zoologlar, karıncaların akrabalarını nasıl tanıyabildiklerini hala araştırıyorlar. İnsan, karşısına çıkan bir kaç karıncayı bile birbirinden ayırt edemezken, birbirinin her açıdan tıpatıp benzeri olan bu yaratıklar nasıl birbirlerini tanıyabiliyorlar, şimdi görelim.
Bir karınca, diğer bir karıncanın kendi kolonisinden olup olmadığını kolaylıkla anlayabilir. Bir işçi karınca, yuvasına giren bir karıncayı tanımak amacıyla anteniyle onun vücuduna dokunur. Ve koloniden olanla olmayanı, üzerinde taşıdığı özel “koloni kokusu” sayesinde hemen ayırdedebilir. Yuvaya giren karınca eğer bir yabancıysa, ev sahipleri bu davetsiz misafire acımasızca saldırırlar. Yuvanın sakinleri, güçlü çene kemiklerini yabancının vücuduna geçirip onu ısırır ve salgıladıkları formik asit, sitronelal ve diğer toksik maddelerle düşmanı etkisiz hale getirirler.
Eğer konuk aynı cinsten fakat farklı koloniden bir karıncaysa bunu da anlayabilirler. Bu durumda konuk karınca yuvaya kabul edilir, fakat koloninin kokusunu elde edinceye kadar misafir karıncaya daha az yiyecek verilir.12

Kolonilere Ait Koku Nasıl Elde Ediliyor?

Aynı koloniye ait karıncaların birbirlerini tanımalarını sağlayan kokunun kaynağı tam olarak bulunamamıştır. Fakat bilindiği kadarıyla karıncalar, hidrokarbonları kendi aralarıdaki koku ayırdetme işlemi için kullanmaktadırlar.
Yapılan deneyler, aynı cinsten olup farklı kolonilere ait olan karıncaların birbirlerini hidrokarbon farklılıklarından tanıdıklarını göstermiştir. Bunu anlamak için ilginç bir deney yapılmıştır. Önce bir kolonideki işçiler, kendileriyle aynı cinsten fakat farklı koloniden olan karıncaların kokusunu taşıyan sıvılarla yıkanmışlardır. Bunun üzerine, kolonideki diğer karıncaların sıvıyla yıkananlara karşı saldırgan bir tavır takınırken, deney için kokusu kullanılan diğer koloninin, bu işçilere karşı tepki göstermediği gözlemlenmiştir.13

Koloni Kokusu Evrim Geçirmemiştir

Koloni kokusu ile ilgili olarak, üzerinde durulması gereken çok önemli bir nokta evrim konusudur. Karınca veya diğer sosyal böcek kolonilerinin (arılar, termitler vb.) üyelerinin, kendilerine has feromenle arkadaşlarını tanıyabilmesi evrim mekanizmaları tarafından acaba nasıl açıklanmaktadır?
Evrim teorisini her türlü imkansızlığa rağmen savunmaya çalışan kişiler, feromenlerin doğal seleksiyonla (canlılarda meydana gelen faydalı değişikliklerin muhafaza edilip zararlılarının ayıklanması) elde edildiğini iddia etmektedirler. Oysa karıncalar dahil hiç bir böcek cinsi için böyle bir durum söz konusu olamaz. Bu konuda en çarpıcı örnek, balarılarıdır. Bir balarısı düşmanını soktuğu sırada diğer arılara tehlike olduğunu haber verebilmek için bir feromen üretir. Fakat bunun hemen ardından da ölür. Bu durumda, bu feromen sadece bir kereye mahsus üretilebilmiş olmaktadır. O halde böyle “faydalı bir değişikliğin”, sonraki nesillere aktarılması ve doğal seleksiyon ile yaygınlık kazanması da  imkansızdır.
Bu açıklamalar gösteriyor ki, kast sistemine sahip böcek cinsleri arasındaki kimyasal iletişimin, doğal seleksiyon yoluyla gelişmiş olması imkansızdır. Doğal seleksiyon teorisini tamamen devredışı bırakan böceklerin bu özellikleri aynı zamanda, aralarındaki iletişim ağını kuranın, onları “ilk kez yaratan” olduğunu da bir kere daha gözler önüne serer.

Karıncaların Daveti

Karıncalar çok ileri düzeyde bir fedakarlık hissine sahiptirler ve bu meziyetleri nedeniyle, buldukları her besin kaynağına mutlaka diğer arkadaşlarını da davet eder ve besini onlarla paylaşırlar.
Böyle durumlarda besin kaynağını keşfeden karınca, diğerlerini de bu kaynağa yönlendirir. Bunun için şöyle bir yöntem izlenmektedir: Besin kaynağını bulan ilk kaşif karınca, kursağını doldurarak yuvaya döner. Dönerken karnının ucunu kısa aralıklarla yere sürer ve kimyasal bir işaret bırakır. Ama daveti bununla bitmez; yuvada kısa süren hızlı bir tur atar. Bunu 3 ile 16 kere yapar. Bu hareket yuva arkadaşlarının onunla bağlantıda olmasını sağlar. Kaşif besin kaynağına geri dönmek istediğinde karşılaştığı bütün yuva arkadaşları onu izlemek ister, ama yalnızca onunla en yakın anten temasında bulunan arkadaşı dışarda ona eşlik edebilir. İzci, besine ulaştığında hemen yuvaya dönerek davetçi rolünü üstlenir. İzci ve diğer işçi arkadaşı birbirlerine sürekli duyu sinyalleri ve vücutlarının yüzeyindeki feromen salgısı ile bağlıdır.
Karıncalar, davet edici karınca olmadığı zaman, besine giden izi takip ederek de hedefe ulaşabilirler. Başarılı kaşiflerin besinden yuvaya kadar bıraktığı iz sayesinde, kaşif yuvaya gelip “sallanma dansı” yapınca yuva arkadaşları davetçiden başka bir yardım almadan besin kaynağına ulaşabilirler.
karıncalar_kast sistemi
 
Dokunma yoluyla birbirleriyle iletişim kuran karıncalar.
Karıncaların diğer bir ilginç yönü ise, davet işleminde kullanmak üzere her birinin değişik görevleri olan çok sayıda kimyasal bileşik üretmeleridir. Sadece besin kaynağına toplanmak için neden bu kadar çok çeşitli kimyasal maddenin kullanıldığı bilinmemektedir fakat anlaşıldığı kadarıyla bu maddelerin çeşitliliği, izlerin birbirlerinden farklı olmasını sağlamaktadır. Bunun dışında karıncalar mesaj gönderirken değişik sinyaller verirler ve her bir sinyalin şiddeti de diğerinden farklıdır. Koloni acıktığında veya yeni yuva alanlarına ihtiyaç duyulduğunda sinyalin şiddetini artırırlar.
Karınca topluluklarının bu derece bir dayanışma içinde olması, insanlar için düşünülmesi ve örnek alınması gereken bir davranış olarak değerlendirilebilir. Sadece kendi çıkarlarını düşünen ve bu çıkarlar uğruna diğer bireylerin haklarını kolaylıkla çiğneyen insanlardan oluşan bazı toplumlara göre, karıncaların son derece özverili yaşantıları çok daha “ahlaki”dir.
Öte yandan, evrimcilerin teorileri ile karıncaların bencillikten tamamen uzak bu davranışlarını açıklamak da tabii ki mümkün değildir. Çünkü evrim, doğada var olan tek kuralın yaşam mücadelesi ve çatışma olduğunu öngörür. Oysa karıncaların -ve daha pek çok hayvan türünün- gösterdikleri davranış özellikleri, bunu yalanlamakta ve fedakarlığın gerçekliğini göstermektedir.

Kimyasal İletişimde Dokunma Fonksiyonu

Koloni içi organizasyonun sağlanmasında karıncaların antenleriyle birbirlerine dokunarak anlaşmaları, aralarında tam anlamıyla bir “anten dilinin” kullanıldığını gösterir.
Karıncalarda, dokunma yoluyla oluşan anten sinyalleri; yemek başlangıcı, davet, yuva arkadaşlarının tanındığı sosyal karşılaşmalar gibi değişik amaçlar için kullanılır. Örneğin Afrika’da yaşayan bir işçi karınca türünde, işçiler birbirleriyle karşılaştıklarında önce antenlerini birbirlerine sürerler. Burada “antenleşme”, yalnızca bir selam ve yuvaya davet anlamı taşır.
Bu davet hareketi bazı karınca  türlerinde (Hypoponera) çok  belirgindir. Bir çift işçi yüzyüze karşılaştıktan sonra, davet eden karınca başını 90 derece yana eğer ve antenleri ile arkadaşının başının alt ve üst kısımlarına dokunur. Davet edilen karınca da benzer şekilde cevap verir.14
Karıncalar, yuva arkadaşlarının vücutlarına antenleriyle dokundukları zaman amaç onlara bilgi vermek değil, salgıladıkları kimyasal maddeleri algılayarak bilgi almaktır. Bir karınca, yuva arkadaşının vücuduna çok hafifçe vurur ve anteniyle hızlıca dokunur. Yuva arkadaşına yaklaştığında, burada amacı kimyasal sinyalleri mümkün olduğunca diğerine yaklaştırmaktır. Bunun sonucunda da arkadaşının henüz bıraktığı koku izlerini algılayıp takip ederek yiyecek kaynağına ulaşabilecektir.
RADAR ANTENLER
Karıncalar feromenleri antenleri ile hissederler ve doğru yönü takip edebilmek için her iki anteni de sürekli olarak kullanırlar. Bunu da feromenin hangi tarafta -sağda ya da solda- yoğunlaştığına dikkat ederek yaparlar. Eğer yoğunluk sağ tarafta daha fazla ise, karınca her iki antendeki yoğunluk aynı olana kadar bu yöne döner. Böylece koku izini tam olarak takip edebilir. Yapılan bir deneyde, paralel iki koku yolu oluşturulmuş, başlangıçta koku her iki yolda da aynı yoğunluktayken, biri adım adım zayıflatılmıştır. Deneydeki karınca iki yol arasında yürüyerek başlamış, daha sonra ise kokunun daha güçlü olduğu yola yönelmiştir. Bu örnekten de anlaşıldığı gibi, karıncaların antenleri tıpkı bir radar gibi çalışmaktadır. Radarların elektromanyetik dalgalarla belirli uzaklıkları, hızları, cisimleri algılayabilmesi gibi, karıncalar da antenleriyle kimyasal sinyalleri algılayarak yönleri belirleyebilir, düşmanı fark edebilir veya birbirleriyle iletişim kurabilirler. İnsanın, yaratılışından binlerce sene sonra ulaşabildiği bu teknolojiyi Allah karıncalara yüz milyonlarca sene öncesinden vermiştir.
Dokunarak iletişime verilebilecek en çarpıcı örnek, karıncanın kursağında sakladığı yiyeceği kısa bir dokunuşla ağzından çıkararak diğer bir karıncayı beslemesidir. Bu konuda yapılan ilginç bir deneyde, araştırmacılar, Myrmica ve Formica cinsi işçi karıncaların vücutlarının çeşitli bölgelerine insan saçıyla dokunarak onları sıvı yiyecekleri ağızlarından çıkarmaya teşvik ettiler ve bunu başardılar. En hassas karınca, yemeğini yeni bitirmiş ve yediklerini paylaşacak bir yuva arkadaşı arayan karınca olmuştu. Araştırmacılar bazı böcek ve parazitlerin de bu taktikten haberdar olduklarını, bunu uygulayarak beslendiklerini hayretle fark ettiler. Karıncanın dikkatini çekebilmek için böceğin yapması gereken, sadece anteni ve ön ayağıyla karıncanın vücuduna hafifçe dokunmak oluyordu. Bunun üzerine kendisine dokunulan karınca, karşısında farklı bir canlı da olsa yemeğini paylaşıyordu.15
Sadece kısa bir anten teması ile karşılarındakilerin ne istediğini anlayabilmeleri, karıncaların kendi aralarında bir anlamda “konuşabildiklerini” gösterir. Karıncalar arasında kullanılan bu “anten dili”nin, tüm karıncalar tarafından nasıl öğrenildiği ise, düşünülmesi gereken bir konudur. Acaba bu konuda bir eğitimden mi geçmektedirler? Böyle bir eğitimin varlığından bahsedebilmek için, karıncalara bu eğitimi doğuştan veren üstün bir Güç Sahibi’nin varlığından da söz etmemiz gerekmektedir. “Üstün Güç Sahibi”, karıncalar olmadığına göre, tüm karıncalara birbirleriyle haberleşmelerini sağlayacak bir dili ilham ile öğreten Allah’tır.
Karıncalar arasında yaşanan paylaşma davranışı ise, evrim teorisi ile açıklanamayan fedakarlık örneklerindendir. “Büyük balık küçük balığı yutar” sözünü yeryüzündeki yaşamın anahtarı olarak gören bazı evrimciler, karıncaların gösterdikleri bu fedakarlıklar karşısında bu sözlerini geri almak zorunda kalmaktadırlar. Bir karınca kolonisi içerisinde “büyük karınca”, “küçük karıncayı” yiyerek gelişmek yerine, “küçük karıncayı” da besleyerek geliştirmek yönünde bir çaba harcamaktadır. Tüm karıncalar kendilerine verilen yiyeceğe -yani “rızka”-razı olmakta ve fazlasını da mutlaka diğer koloni üyeleriyle paylaşmaktadırlar.
Sonuç olarak tüm bu örneklerin bize gösterdiği, karıncaların, kendilerini Yaratan’ın iradesine boyun eğmiş ve O’nun ilhamıyla hareket etmekte olan bir canlı topluluğu oluşudur. Dolayısıyla, onları tümüyle bilinçsiz birer organizma saymak doğru olmaz; zira kendilerini Yaratan Allah’ın iradesini yansıtan bir bilince sahiptirler. Nitekim Allah Kuran’da bu önemli gerçeğe dikkat çeker ve bize tüm canlıların, aslında kendi içlerinde birer “ümmet” olduklarını, yani İlahi bir düzene ve vahye uygun bir biçimde yaşadıklarını haber verir:
Yeryüzünde hiçbir canlı ve iki kanadıyla uçan hiçbir kuş yoktur ki, sizin gibi ümmetler olmasın. Biz Kitap’ta hiçbir şeyi noksan bırakmadık sonra onlar Rablerine toplanacaklardır. (Enam Suresi, 38)

Ses ile İletişim

Ses ile iletişim de karıncaların sık kullandığı bir yöntemdir. İki tür ses üretimi belirlenmiştir. Biri vücudu bir engele veya yere çarparak çıkarılan “vuruş” sesi ve titreşimler, diğeri de vücudun bazı parçalarını birbirine sürterek çıkarılan tiz seslerdir.16
Vücudu çarparak yapılan ses sinyali, genellikle ağaç yuvaları bulunan kolonilerde kullanılır. Örneğin marangoz karıncalar “davul çalarak” haberleşirler. Yuvalarına gelen her türlü tehlikede “davul çalmaya” başlarlar. Bu tehlike, duydukları tedirgin edici bir ses, hissettikleri bir dokunma veya aniden oluşan bir hava akımı olabilir. Davul çalan karınca, çenesi ve karnıyla vücudunu ileri geri sallayarak yere vurur. Bu yolla sinyaller, ince odun kabuklardan desimetrelerce uzağa rahatlıkla yayılabilirler.17 Avrupalı marangoz karıncalar ise, çeneleri ve karınları ile tahta odalara ve koridorlara vurarak, 20 cm hatta daha fazla uzaklıktaki yuva arkadaşlarına titreşim gönderirler. Bu noktada düşünülmelidir ki, bir karınca için 20 cm, bir insan için 60-70 metre ile ifade edilebilecek bir uzaklıktır.
Karıncalar havadan nakledilen titreşimlere karşı neredeyse sağır gibidirler. Fakat buna karşılık maddeden geçen ses titreşimlerine karşı çok duyarlıdırlar. Bu onlar için etkili bir alarm sinyalidir. Bunu duyduklarında yürüme hızlarını arttırırlar, titreşimin geldiği yöne doğru hareket ederler ve çevrede gördükleri bütün hareket eden canlılara saldırırlar. Koloni üyelerinin hiçbirinin, duyduğu bu çağrıyı yanıtsız bırakmaması, karınca topluluğunun başarılı organizasyonunun bir göstergesidir. Kabul etmek gerekir ki küçük bir insan topluluğunun bile, bir alarm çağrısına hiç istisnasız, topluca ve aynı anda, üstelik de bir kargaşa meydana gelmeden cevap vermesi pratikte zor bir olaydır. Oysa karıncalar kendilerine emredilen şeyi hiç zaman yitirmeden yapabilmekte, bu sayede de koloni içindeki disiplini bir an bile bozmadan yaşamlarını sürdürebilmektedirler.
Tiz ses çıkarma, davul çalma işleminden daha karışık bir ses üretme sistemidir. Çıkarılan ses, vücudun bazı parçaları birbirine sürtülerek oluşturulur. Karıncalar bu sesi, gövdelerinin arka kısmında bulunan organlarında yaptıkları sürtünme ile çıkarırlar. Hasatçı karıncaların işçilerini kulağınıza yaklaştırırsanız, bunların durmadan tiz bir ses çıkardıklarını duyarsınız.
Sesle iletişimin çeşitli türlerde 3 ana fonksiyonu ortaya çıkarılmıştır. Bunları şöyle sıralayabiliriz:
1. Yaprak kesen karıncalarda sesle iletişim, bir yeraltı alarm sistemi olarak çalışır. Çoğunlukla koloninin bir bölümü, yuvanın bir oyuğunda gömülü kaldığında kullanılır. İşçiler gelen ses sinyallerine cevap olarak kurtarma kazılarında bulunmak üzere harekete geçerler.
2. Tiz ses, bazı türlerde kraliçelerin çiftleşmesi sırasında kullanılır. Genç kraliçeler, yerde ya da bitkilerde çiftleşmek için toplanıp yeterince sperm elde ettiklerinde, tiz bir ses çıkarırlar ve erkek karınca sürülerinin kendilerini yakalamasını önlerler.
3. Bazı türlerde ise ses, yemek veya yeni yuva bulmak için yuva üyelerinin toplanması sırasında üretilen feromenin etkinliğini arttırmak için kullanılır.18
Kimi zaman bazı türlerde de, yemek arayanlar bir av bulduklarında çıkardıkları sinyallerle diğer  karıncaların da kurbanın etrafını kısa sürede kuşatmasını sağlarlar. İşçilerin biraraya toplanması ve avın ele geçirilmesi, bu tiz ses sayesinde 1-2 dakikada gerçekleşir.  Bu özellikleri, karınca türleri için büyük bir avantajdır.

Gören bir göz için…

Karıncaları, çeşitli iletişim metodlarıyla, birkaç yabancı dil konuşan insanlara benzetebiliriz. Aralarında konuştukları 3-4 farklı dille her konuda anlaşabilmekte ve hayatlarını en problemsiz şekilde sürdürebilmektedirler. Yaşamları boyunca bir karışıklığa sebebiyet vermeden, yüzbinlerce hatta bazen milyonlarca nüfusa sahip kolonilerini devam ettirebilmektedirler.
Oysa şimdiye kadar anlattığımız bu iletişim sistemi, dünya üzerindeki mucizevi olaylardan sadece biridir. Gerek insanları gerekse diğer tüm canlıları (tek hücreliden çok hücreliye kadar) incelediğimizde, ekolojik bir düzen içerisine yerleştirilmiş, birbirinden farklı ve her biri ayrı birer mucize olan özellikler keşfedebiliriz.
Etrafında yaratılmış bütün bu mucizeleri fark edebilen bir göz ve hissedebilen bir kalp içinse, tüm canlıların tek sahibi ve hakimi olan Allah’ın sonsuz gücünü, ilmini ve aklını takdir etmeye, sadece milimetrik boyutlardaki bir karıncanın olağanüstü iletişim sistemi bile yeterli olacaktır. Allah, Kuran’da bu yeteneğe sahip olmayan ve Kendi sonsuz gücünü takdir edemeyen insanları şöyle bildirir:
Yeryüzünde gezip dolaşmıyorlar mı, böylece onların kendisiyle akledebilecek kalpleri ve işitebilecek kulakları oluversin? Çünkü doğrusu, gözler kör olmaz, ancak sinelerdeki kalpler körelir. (Hac Suresi, 46)

DİPNOTLAR

7 National Geographic, vol.165, no.6, sf.777
8 Bert Hölldobler-Edward O.Wilson, The Ants, Harvard University Press, 1990, Sf.227
9 A.g.e, sf.244
10 A.g.e., Sf.2
11 A.g.e., sf.244
12 A.g.e., sf.197
13 A.g.e., sf.204
14 A.g.e., sf.293
15 A.g.e., Sf.258
16 A.g.e., sf.255
17 A.g.e., sf.256
18 A.g.e., Sf.257

Karınca Türleri

Karıncalar her ne kadar birbirlerine benzer görünseler de, yaşayışları ve fiziksel özellikleri açısından çok çeşitli türlere ayrılırlar. Bu canlıların aslında yaklaşık 8800 çeşidi vardır. Her çeşidin de kendine özgü, hayranlık verici özellikleri bulunur. Şimdi bu türlerin bir kısmını, çarpıcı yaşam şekilleri ve özellikleriyle inceleyelim.

Yaprak Kesici Karıncalar

Diğer bir adı da “atta” olan yaprak kesici karıncaların belirgin özellikleri, koparttıkları yaprak parçalarını başlarının üstünde yuvalarına taşıma alışkanlıklarıdır. Karıncalar, sağlamca kenetlenmiş çenelerinde taşıdıkları, kendilerine oranla oldukça büyük yaprak parçalarının altına gizlenirler. Bu nedenle işçi karıncaların gün boyunca çalıştıktan sonra yuvaya dönüşleri çok ilginç bir görünüm ortaya çıkarır. Böyle bir görüntüyle karşılaşan kişi, ormanın zemini sanki canlanmış, yürüyormuş hissine kapılacaktır. Yaprak kesiciler yağmur ormanlarında, yere dökülen yaprakların yaklaşık %15’ini yuvalarına taşıyabilirler.19 Bu yaprak parçalarını taşımalarının sebebiyse, elbette güneşten korunmak değildir. Karıncalar kestikleri bu yaprak parçalarını yiyecek olarak da değerlendirmezler. Peki bu kadar yaprağı ne için kullanırlar?
Attaların bu yaprakları mantar üretiminde kullandıkları hayretle keşfedilmiştir. Karıncalar yaprakların kendisini yiyemezler çünkü, vücutlarında, bitkilerde bulunan selülozu sindirebilecek enzimler yoktur. İşçi karıncalar bu yaprak parçalarını çiğneyerek bir yığın haline getirirler ve yuvanın yeraltındaki odalarında saklarlar. Bu odalarda ise yaprakların üzerinde mantar yetiştirirler. Bu yolla, büyüyen mantarların tomurcuklarından kendileri için gerekli proteini elde ederler.20
attaların mantar üretimi
Attalar Mantarı Nasıl Üretiyorlar?
1. Yuvanın içerisinde nispeten küçük işçiler, yaprakları küçük parçalara ayırırlar.
2. Bir sonraki sınıf, bu parçaları çiğneyerek lapa haline getirir ve enzimce zengin sıvılarla verimini artırır.
3. Diğer karıncalar bu lapayı yeni odacıklardaki kuru yaprak zemininin üzerine serer.
4. Bir başka sınıf eski odacıklardan mantar parçaları sürükler ve yeni yaprak lapasına eker. Mantar burada yetişecektir.
5. Kalabalık bir sınıf, bahçeyi temizler, gereksiz maddeleri ayıklar ve diğerlerinin yemesi için ürününü toplar.22
Ne var ki, attalar yuvadan ayrıldıklarında, oluşturdukları mantar bahçesi bozulacak ve zararlı mantarlara yenilecektir. Peki bahçelerini yalnızca “ekim” öncesinde temizleyen attalar, zararlı mantarlardan nasıl korunabilmektedirler? Bunun sırrı, yaprakları çiğnedikleri

Ortak Yaşam

 

Canlılardaki yaratılış delillerini incelerken kullanılması gereken temel bir mantık vardır. Bu mantığı şöyle bir örnekle açıklayabiliriz.
Issız bir arazide ilerlerken birden yerde metal bir anahtar bulduğunuzu düşünün. Bu anahtarı, ne işe yarayacağını bilmeden aldığınızı ve yola devam ettiğinizi varsayın. Ve farzedin ki, bu anahtarı bulduğunuz yerden bir kaç yüz metre ilerde terk edilmiş, boş bir eve rastladınız. Ve yine farzedin ki, anahtarı, belki işe yarar diye, bu evin kapısının kilidinin içine soktunuz.
Eğer anahtar bu evin kapısını hiç zorlanmadan hemen açıverirse, bu durumda mantıksal olarak ne sonuca varırsınız?
Cevap açıktır: Hiç tereddüt etmeden, bu anahtarın bu evin kapısının kilidine ait olduğunu, yani bir başka deyişle, bu kilidi açması için bilinçli bir biçimde tasarlanmış bir araç olduğu sonucuna varırsınız. Açıktır ki, anahtarı da kilidi de aynı usta ya da aynı tezgah üretmiştir. Dolayısıyla aralarındaki uyum da bilinçli bir tasarımın ürünüdür.
Buna karşılık eğer birisi çıkar da size “hayır yanılıyorsun, o bulduğun anahtarın o kilitle ilgisi yok, o anahtarın o kilide uyması tamamen tesadüfi bir durum” derse, buna karşı ne düşünürsünüz? Elbette, doğal olarak, bu ihtimali hiç akılcı bulmayacaksınızdır. Çünkü dünyada hiç biri birbirini açmayan milyonlarca kilit ve milyonlarca anahtar vardır. Bu milyonlarca farklı parça içinde birbirine tamamen uygun olan iki tanesinin birbirlerine çok yakın bir biçimde yer almalarının bir tesadüf olduğu fikrinin anlamsızlığı da açıktır.
Üstelik eğer sözkonusu anahtar son derece girintili-çıkıntılı, karmaşık bir yapıya sahipse -yani bir oda anahtarı gibi düz ve yalın değil de güvenlik için özel geliştirilmiş bir anahtarsa- sözkonusu “tesadüf” iddiasının saçmalığı daha da iyi anlaşılır. Çünkü anahtarın üzerindeki her detay, bu detayın karşılığının kilitte de yer alması zorunluluğunu doğuracak ve

Savunma ve Savaş Taktikleri

Daha önceki bölümlerde, karıncaların sosyal düzenlerinin son derece gelişmiş olduğunu gördük. Bu çalışkan, üretici ve özverili canlıların bir başka özellikleri daha vardır: Düşmanlarına karşı kendilerini çok başarılı bir biçimde savunmaları ve koloninin devamı uğruna savaşmak için çok ilgi çekici yöntemler kullanmaları.
Karıncaların küçük oluşları, ilk bakışta savunmasız oldukları izlenimini verir. Üzerine basarak rahatlıkla ezilebilecek bu canlıların, kendilerinden beklenmeyecek derecede büyük işler yapabilecekleri tahmin bile edilemez. Ama Allah yeryüzünde yarattığı eşsiz ekolojik düzen içerisinde, onların da yerini belirlemiş ve onları gerekli savunma mekanizmalarıyla birlikte yaratmıştır.
Karıncalar, Allah’ın ilhamıyla, akıllara durgunluk verecek taktik ve stratejilerini, kolonilerini korumak ve yiyecek ararken karşılarına çıkan düşmanlarına karşı kendilerini savunmak için kullanırlar. Av stratejileri geliştirirken, kendileri de başkalarına av olmamak için mücadele ederler. Bu mücadelenin bir türü, karınca kolonileri arasında yaşanandır.

Koloniler Arası Savaş

Koloniler arası savaşın en önemli sebeplerinden biri, besin kaynaklarının bölüşülememesidir. Bu savaşlarda yiyecek kaynağını ilk bulan karınca türü genellikle savaşı kazanır. Çünkü kaşif karıncalar besinin etrafını çevirerek, diğerlerinin yiyecekten alıp çevreye kendi kokularını bırakmalarını engellerler. Bu yüzden de arkadan gelen koloninin üyeleri, koku izleri ile arkadaşlarına yol gösteremezler.
karınca savaşları
Yiyecek kaynağına ilk gelen işçilerin bir kısmı kuşatma faaliyetini sürdürürken bir kısmı da, savaşa hemen katılmayıp koku izi bırakarak yuvalarına dönmeyi tercih ederler. Yuvaya varınca vücutlarını ileri geri hareket ettirip, antenlerini diğer karıncaların antenlerine değdirerek, yuva arkadaşlarını uyarırlar. Bu zekice taktikle savaşan işçilere, takviye güç toplanmış olur. Günlük sıradan kuşatmalar dışında, besin kıtlığı zamanlarında karıncalar o kadar saldırgan olurlar ki, birbirlerini tamamen imha edebilirler. Bir koloni 10-14 gün içinde diğer bir koloniyi tamamen yokedebilir. Diğer bir savaş nedeni ise, bir koloninin başka bir koloninin bölgesine girmesidir. Karıncalar yaşadıkları bölgeleri bir feromenle işaretlerler. Başka bir koloni bölgeye geldiğinde bu feromeni farkedip buraya yerleşmez. Eğer yerleşirse de bu bir savaş nedeni olur. Böyle bir durumda, örneğin dokumacı karıncalar bir salgı bırakarak en yakın yaprağa koşarlar. Yuva arkadaşlarını bulunca kavgayı anlatan hareketler yaparlar. Arkadaşları bu davetin karşısında hareketlenir ve işçileri takip ederek savaş alanına doğru yol alırlar. Yarım saat içinde yüzden fazla karınca savaş alanına ulaşmış olur.
karınca savaşları
Kısacası karınca kolonileri, doğal sınırları, tehlikelere karşı güvenlik ve istihbarat sistemleri ve bunun yanısıra tüm koloniyi savunacak güçte orduları ile gelişmiş bir sisteme sahiptirler. Böyle bir sistemi oluşturabilmek içinse, bu sistemi planlayacak akıllı ve bilinçli bir irade ve sistemi koloni üyelerine benimsetecek bir eğitim gerekir. Oysa, ortada görünür bir planlayıcı ve görünür bir eğitim yoktur. Sistem gözle görünmeyen bir irade tarafından planlanmıştır ve tüm karıncalara da henüz dünyaya ilk geldikleri anda öğretilmiştir. Bir başka deyişle, karıncaları yaratan Allah, onlar için karmaşık bir savunma sistemi belirlemiş ve bu sistemin işlemesi için gereken programı karıncalara ilham etmiştir.

Savunma Taktikleri

Farklı koloniler arasındaki savaşlarda, karıncaların uyguladıkları bir takım taktikler vardır. Bunlardan en yaygın olarak uygulananı karıncaların kendilerini daha uzun ve büyük göstermeye çalışmalarıdır. Yukarıdaki resimlerde de görüldüğü gibi karıncalar bacaklarını mümkün olduğu kadar düzleştirerek ve kafalarını kaldırarak daha uzun boylu ve daha “caydırıcı” görünmeye çalışırlar.72
karıncaların savaş taktikleri
 
Resimde, olduklarından daha uzun ve iri görünmeye çalışan karıncalar görülüyor.
Kullandıkları bir başka savunma taktiği ise, “düşmanı sakinleştirme”dir. Bir karınca türü  (S.Invoila), kavgaya girdiğinde karnını titreterek bir zehir çıkarır ve yavaşça çene kemiğini açar. Bu sırada zehirden zarar görmemeye çalışan düşmanları, çene kemiklerini açıp ağızlarından bir damla şekerli suyu zehir çıkaran karıncanın açık çenesine aktarırlar. Bunu yapmalarının nedeni, zehir çıkaran karıncaların besine ulaştıklarında saldırganlıklarının azalmasıdır. Kısacası karşı tarafın dikkatini başka bir yöne çekerek, onu sakinleştirmektir.
Taktikler elbette bunlarla sınırlı değildir. Karıncalar sahip oldukları hayret verici fiziksel özellikleri ve kendilerine ilham edilen “zekaları” ile, “savaş meydanlarında” çok daha karmaşık taktikler kullanmaktadırlar.

Asit Üretim Merkezleri

Karıncaların çok önemli bir savunma tekniği, vücutlarındaki zehir keselerinde gerektiğinde zehir, gerektiğinde de formik asit üretmeleridir. Ürettikleri zehiri düşmanlarına karşı çok başarılı bir biçimde kullanırlar. Hatta zehirleriyle, insanlar üzerinde dahi bir etkiye sahip olabilirler. Soktukları zaman bazı insanlarda alerji şokları meydana getirirler. Formik asit de yine düşmanların uzaklaştırılmasında etkili bir şekilde kullanılır.
Evrim teorisinin iddiaları kabul edildiğinde, ilk ortaya çıkan karıncaların kendi bedenleri içinde bir zehirleme sistemine sahip olmadıklarını, ancak bu sistemin hayali evrim süreci içinde sonradan bir şekilde oluştuğunu da kabul etmek gerekir. Ancak bu, mantığa aykırı bir kabuldür. Çünkü zehirleme sisteminin çalışması için, hem zehirin kendisinin, hem de zehiri muhafaza edecek organın oluşması gerekir. Bu organın izole bir yapıya sahip olması ve böylece zehirin vücudun diğer bölgelerine yayılmasını da engellemesi şarttır. Dahası, bu organdan karıncanın ağız kısmına doğru uzanan izole bir borunun da var olması gerekir. Ayrıca hayvanın düşmanına zehiri fışkırtmasını sağlayacak bir kas sistemi ya da mekanik bir düzen vs. olması gerekir. (Hatta, hayvanın içinden zehiri fışkırttığı karın bölgesinin dönmesini kolaylaştırmak için o bölgeyi “yağlayan” ayrı bir bez bile gerekmektedir.)
Bu organeller, evrimcilerin iddia ettikleri gibi yavaş yavaş gelişmiş olamazlar. Çünkü tek bir parçanın eksik olması bile sistemi işlemez hale getirecek ve dahası karıncanın ölümüne neden olacaktır. Dolayısıyla tek bir açıklama vardır: Söz konusu “kimyasal silah sistemi”, ilk kez hangi karınca türünde var olmuşsa, bir anda var olmuştur. Bu ise, canlının tesadüfen ortaya çıkamayacağını yani bir anda yaratılmış olduğunu kanıtlar.
Bahsedilen zehiri kendilerine hiçbir zarar vermeden kullanmaları yanında, vücutları içinde (zehir keselerinde) böyle bir zehiri üretmeyi nasıl öğrendikleri, evrimcilerin cevabını arayıp bulamadıkları bir diğer sorudur. Oysa ki bunun yanıtı çok açık ve nettir: Evrendeki her varlık gibi bu karıncalar da kusursuz sistemleriyle bir anda yaratılmışlardır. Vücutları içindeki zehir üretim merkezini kuran da, bunu en akılcı şekilde kullanmayı onlara ilham eden de, “Alemlerin Rabbi” olan Allah’tır.

Sayı Saymayı Bilen Karıncalar

Küçük bir karınca düşmanının gücünü nasıl anlayıp değerlendirebilir? İlginçtir ki bu, karıncanın matematik bilgisinin devreye girmesiyle gerçekleşir.
Karıncalar, bilimadamlarının henüz anlamadığı bir metodla, “kafa sayımı” yaparlar. Eğer yuva arkadaşları düşmanlarından daha fazlaysa -mesela 3’e 1 gibi- daha şiddetle saldırıya geçerler. Eğer tersi söz konusuysa, hemen geri çekilirler. Ayrıca karşılarındaki düşman kuvvetlerini, büyüklük ve küçüklüklerine göre de inceleyerek farklı taktikler uygularlar.73

Yürüyen Bombalar

Karıncaların zaman zaman uyguladıkları bir savunma metodu da, gerektiğinde kolonilerini korumak uğruna intihar ederek, düşmanlarına zarar vermeye çalışmaktır. Birçok karınca türü, bu intihar hücumunu çeşitli şekillerde gerçekleştirir. Fakat bunlardan hiçbirinin intihar saldırısı, Malezya’nın yağmur ormanlarında yaşayan bir karınca türününki (Saundersi camponotus) kadar ilginç değildir.
1970’li yıllarda araştırma yapan iki entomolog  bu karıncaların, anatomileri ve davranışları açısından birer “yürüyen bomba” olduklarını ortaya çıkardılar. Zehirle dolu iki büyük salgı bezi, karıncanın çenesinden vücudunun arkasına kadar uzanmaktaydı. Mücadele sırasında karınca, başka bir düşman karınca ya da saldırgan hayvan tarafından sert bir şekilde sıkıştırılırsa, karın kaslarını şiddetli bir şekilde kasarak salgı bezlerini yırtıyor ve zehiri düşmanının üstüne püskürtüyordu.74
Karıncaların böylesine ciddi bir fedakarlığı uygulamaları elbette ki ne doğal seleksiyonla, ne de “evrimsel sosyalleşme süreci” ile açıklanabilecek şeyler değildir. Birçok kez vurgulandığı gibi, bu son derece mühim fedakarlığı yerine getiren, belirli bir zeka, eğitim, duygu ve vicdan sahibi olan bir insan değil, bir karıncadır. Karıncaların fiziksel açıdan değişiklik geçirdiği düşünülse bile -ki 80 milyon yıldır hiçbir değişikliğe uğramamış karınca fosili de mevcuttur- fiziksel değişimlerin, ona buradaki gibi bir özellik yükleyemeyeceği çok açıktır. Bir canlının geçirdiği hiçbir mutasyon onun aniden, düşünebilen, karar verebilen, hissedebilen, duyguları olan bir varlığa  dönüşmesini sağlayamaz.
Kaldı ki bir zamanlar kendini feda edip böyle bir savunma yapmaya karar veren bir karınca olduğunu varsaysak bile, bu karıncanın dahiyane düşüncesini (!) genlerine yükleyip başka bir karıncaya aktarması, elbette imkansızdır.

Köleci Karıncalar

köleci karınca
 
Köleci karıncaların en önemli özelliği, savaştıkları koloninin larvalarını çalmak ve bu larvaları kendi kolonileri için bir ‘köle’ durumuna getirmektir. Yanda rakip koloninin larvasını kaçıran bir karınca görülmektedir.
Asalak karınca (Formica subintegra) ve kölesi (Formica subserica) arasındaki ilişki, kimyasal sinyallerin karıncaların toplu yaşamlarına etkisini göstermesi açısından dikkat çekicidir. Daha da önemlisi “kölecilik”, karıncaların kullandığı zekice savaş taktiklerinden biri ve belki de en ilgincidir.75
Bazen, bir koloninin askerleri başka bir koloniyi rahatça ezebileceklerini farkederlerse, “köle” avına girişirler. Karşı koloninin yuvasını işgal eder, kraliçeyi öldürür ve nektar dolu “bal fıçılarını” -yani bedenlerini nektarla şişirip dolduran karıncaları- ganimet olarak alırlar. En önemlisi, kraliçenin kuluçkadaki larvalarını çalmalarıdır. Bu larvalar daha sonra genç karıncalara dönüşerek, egemen koloni için yiyecek arayan veya depolayan, koloni kraliçesinin çocuklarının yetişmesine yardımcı olan ve böylece genin devam etmesini sağlayan “köle” karıncalar haline geleceklerdir.
Asalak karıncalar başka bir karınca kolonisine hücum ettiklerinde, saldırdıkları koloni askerlerinin yumurta ve kozalarının çalınmasına engel olamamalarının nedeni, asalak karıncaların yaydığı bir tür feromendir. Bu feromen o kolonide bulunan bir alarm maddesine benzemekte ve asalak karıncalar tarafından fazla miktarda salgılandığında, karıncaların toplanıp kolonilerini korumak yerine paniğe kapılıp kaçmalarına neden olmaktadır.
Bilindiği gibi her karınca türünün salgıladığı farklı bir feromen bulunmaktadır. Bu feromenlerin karıncalar için sınır belirleme, düşmanın yerini ve sayısını haber verme, savaş için saldırıya geçme, alarm durumu gibi çeşitli anlamlar ifade ettiği bilim adamlarınca belirlenmiştir.
Burada çok ilginç bir nokta vardır. Asalak karıncalar düşman karınca kolonisinin panik alarmını bilmekte, bu alarmı taklit etmekte ve bu alarmı belirli bir amaç için kullanmaktadırlar. Sonuç olarak da düşman koloni asalak karıncanın salgıladığı taklit feromen yüzünden mevcut disiplinini bozmakta, savunma sistemlerini terk edip panik içinde kaçmaktadır. Yani asalak karıncalar çok akıllıca bir taktik kullanarak düşmanın savunma sistemini içten çökertmektedirler. Ortada son derece ustaca hazırlanmış bir savaş stratejisi vardır. Dahası bu stratejinin uygulanabilmesi için gerekli olan bütün kimyasal üretim ve kimyasal bilgi alt yapısına asalak karıncalar doğuştan -yaratılıştan- sahiptirler.
Köleci karıncaların rakip koloniden çaldıkları yalnızca larvalar değildir. Bal karıncaları rakip kolonilerinin “bal fıçıları”nı da çalarak kendi yuvalarına götürürler.
köleci karıncalar
köleci karıncalar
Bazı karınca cinsleri, işlerini tamamen kölelerine yaptırarak yaşarlar. Kırmızı Amazon karıncası (Polyergus) buna bir örnektir. Amazon karıncalarının tümü askerdir. Savaş için yaratılmış büyük, keskin çene kemikleri vardır. Besin toplayamaz ve yavrulara bakamazlar. Bu karıncalar, bazı küçük yapılı kara karınca türlerinin yuvalarına saldırır, koza ve larvalarını çalarlar. Yuvalarına taşıdıkları kozalardan çıkan karıncalar, Amazon karıncalarının işlerini üstlenir, kendi yuvaları çok yakında olsa bile Amazon kolonisinde kalırlar. Hatta Amazon karıncaları göç etmeleri gerektiğinde, tüm taşıma işlemlerini bu kölelerine yaptırır; bu şekilde çok hızlı bir taşınma gerçekleştirirler.76
Karıncalar iz bırakma özellikleri sayesinde, çok büyük canlılara karşı bile kendilerini savunabilirler. Buna güzel bir örnek, karıncaların yusufçuk böceğine karşı olan mücadelesidir. Yusufçuğu gören karıncalar, iz bırakma metodları sayesinde biraraya toplanarak, yusufçuğa hep beraber saldırırlar ve onu öldürürler. Yine bir diğer örnekte de, koloninin diğer bir üyesine saldıran bir tırtılı – kendilerinden çok daha büyük de olsa – aynı metodla yenilgiye uğratmaktadırlar.
Bir canlının hayatını korumak veya beslenmek amacıyla başka bir canlıya saldırması veya kavga etmesi normal karşılanabilir. Ancak bir canlı, düşmanına karşı savaşırken, kendi benzerleriyle birlikte hareket ediyorsa ve bu savaş sırasında izledikleri taktikleri bir iletişim yoluyla belirliyorlarsa, kaçınılmaz olarak bu konunun üzerinde yoğunlaşmak gerekir.
Bir taktik belirlemek, bu taktik doğrultusunda belirli bir düzen ve disiplin içinde savaşmak, düzen ve disiplini korumak için bir iletişim sistemi kullanmak. Bütün bunlar ancak akıl, planlama ve muhakeme sonucunda gerçekleşecek işlerdir. Örneğin bugünkü savaş stratejileri, insanoğlunun yıllar süren deneyimleri sonucunda belirlenmiştir. Askerler bu taktikleri öğrenmek için akademilerde eğitimden geçerler. Stratejilerin savaş sırasında uygulanması için yine özel olarak geliştirilmiş iletişim sistemlerine ihtiyaç vardır. Ancak kimyasal iletişim sistemleri kullanarak disiplini ve saldırı taktiğini belirleyen, düşmana toplu olarak saldıran, gerektiğinde ordunun diğer bireyleri için kendini feda etmekten kaçınmayan askerler, ne bir eğitimden geçmişlerdir, ne de herhangi bir bilgi birikimine sahiptirler. Sözünü ettiğimiz canlılar bir kaç milimetre boyunda, düşünme yeteneği olmayan, karıncalardır. Karıncalara neler yapacaklarını ilham eden Allah’tır.

Kamuflajın Ustaları

Basiceros’ cinsi karıncaların yakın zamana kadar sırrı çözülememişti. Araştırmacılar bu türe sadece bir kez rastlamış bir daha da onlara benzer başka bir karınca cinsi bulamamışlardı. Hatta bu yüzden dünyada çok ender rastlanan bir tür olduğunu düşünmeye başlamışlardı.
Ancak 1985’te bir araştırmacı bu karıncalar hakkındaki sırrı çözdü ve hiç de ender rastlanan bir tür olmadıklarını ortaya çıkardı. Bu sırrı çözen La Selva isimli araştırmacı Basiceros cinsi karıncaları ‘usta illüzyonistler’ olarak isimlendirmişti. Çünkü istedikleri zaman ‘görünmez’ olabiliyorlardı.
Alttaki resimlerde, karınca dünyasının ‘kamuflaj ustaları’ görülüyor. ‘Basiceros’ cinsi bu karıncaların vücutları, çatallaşmış uçlu özel tüylerle kaplıdır. Bu sayede bulundukları ortamda kesinlikle fark edilemezler.
kamuflaj ustaları karıncalar
kamuflaj ustaları karıncalar
Peki bu karıncaları ‘görünmez’ kılan neydi?
Basiceros’ türünün diğer karınca cinslerinden farklı olarak vücutlarının üzeri iki kat şeklinde ucu çatallanmış tüylerle kaplıdır. Toprak üzerinde ilerlerken yerdeki her türlü toz-toprak, çer-çöp bu tüylere yapışır. Bu cinsin diğer karıncalardan bir farkı da üzerlerindeki toprak, toz, çöp parçalarını sık sık temizlememeleridir. Bu sayede de resimlerde görüldüğü gibi bulundukları ortamla tam bir uyum sağlarlar. Dışarıdan bakıldığında varlıklarını farketmek adeta imkansızdır. Ancak yürümeye başladıkları zaman biraz farkedilir hale gelirler. Ama bu konuda da kendilerini kuş, kertenkele hatta insan gözünden saklayabilmek için bir tedbir uygularlar. Dünyanın en tembel karıncalarıdır ve ürkütüldükleri zaman dakikalarca hareketsiz olarak yerlerinde durdukları görülebilir.77
Bu karınca türünün uyguladığı kamuflaj tekniği gerçekten de oldukça etkileyicidir. Zira bir karıncanın tüm fizyolojik özelliklerini belirleyerek kendine bir savunma yöntemi geliştirmiş olması mümkün değildir. Tüm bu özellikler (vücudunun tüylerle kaplı yapısı, diğer karıncalardan farklı olarak sık sık temizlenmemesi ve çok yavaş hareket etmesi) önceden belirlenmiş ve karınca bahsedilen özellikleriyle birlikte dünyaya gelmiştir.
Sonuç olarak bu noktada yine karşımıza büyük bir gerçek çıkmaktadır. Tüm canlılar gibi bu karınca türü de tüm özellikleri belirlenmiş olarak Allah yaratmıştır ve bu canlılar Rabbimiz’in örneksiz yaratan sıfatını bir kez daha gözler önüne sermektedir.

DİPNOTLAR

72 Bert Hölldobler-Edward O.Wilson, Journey to The Ants, Harvard University Press, Cambridge, 1994, Sf.70
73 A.g.e., Sf.71
74 A.g.e., sf.67
75 Venomous Animals of the World, by Roger Caras, sf.84
76 Bert Hölldobler-Edward O.Wilson, The Ants, Harvard University Press, 1990, sf.284
77 A.g.e., sf.185-186